Annelerimiz, bu dünyadaki en önemli yakınlarımızdır. Bu dünyada hoş tutulacak kişiler listesinin ilk üç sırası onlarındır. Cennet ayaklarının altındadır. Onların rızası cennet anahtarı, onların öfkesi cehennem rüzgârıdır. Müslüman bunu bilir ve buna göre yaşar. Ona “of” bile demenin yasak olduğu inanç dünyasında her an onu sever ve sevdiğini de belli eder.

Mutlaka izlemişsinizdir. CarrefourSA’nın, milli takımlar perakende tedarikçisi olduğunu söyleyen reklamı izlerken aklımdan bunlar geçti. “Ne güzeldir reklam da olsa anneleri anmak” demeye kalmadı, reklamdaki çocuklar bağırmaya başladı annelerine:

Anneeee! Topumu atsanaaa!

Anee! Ayakabılarımı atsana!

AAnnee suuuUU! Anneee!

Annee! Salçalı ekmek yapsanaa!

***

Reklamı sonuna kadar dikkatle izleyince önce irkildim, sonra şaşırdım, sonra da kendi çapımda öfkelendim. Zira görünürde annelere atıf yapılıyordu ama arka planda verilen mesaj hiç de masum değildi.

Şu günlerde futbol milli takımımızın 2016 Avrupa Şampiyonası elemeleri başlıyor. Aynı anda basketbol milli takımımız dünya şampiyonası eleme maçlarını oynuyor. Sponsor firmalar da ticari menfaatleri gereği reklamlarını televizyonlarda çeviriyor. Bunda şaşılacak bir durum yok elbette; ancak bu reklam bir başka.

Reklamlar, çocuklarımızın en fazla dikkatle izledikleri televizyon kuşaklarıdır. Bu dikkatleri, bilinç altlarına öylesine işler ki, dizilerden ve sinemalardan daha çok reklamlardan etkilenirler, mesaj alırlar, karakterlerini şekillendirirler. Reklamların en etkili mesaj taşıyıcılarından biri olması onu dikkatle takip etmemiz gereken bir güç haline getirir. Anne babalara sürekli söylüyoruz. “Çocuklarınızla birlikte televizyon seyredin. Yanlış mesaj varsa mutlaka konuşun, eleştirin. Çocuğunuzu televizyonla başbaşa bırakmayın” diyoruz. Bu reklam tam da bu konuya ders konusu olacak nitelikte.

Dikkat ettiniz mi, reklamın çocuklara verdiği “anne-çocuk” ilişkisi şablonu nasıl? Çocuklar sürekli annelerine uzaktan bağırıyorlar. Son derece sert, kaba, ricadan uzak ve emir kipli olarak.

“Anneciğim, topumu atar mısın?” yerine “Anneee! Topumu atsana!”

“Anneciğim, su verir misin?” yerine “Annee! Suuuu!”

“Anneciğim, ayakkabılarımı verir misin?” yerine “Anee! Ayakabılarımı atsanaa!”

“Anneciğim, salçalı ekmek yapar mısın?” yerine “Annee! Salçalı ekmek yapsanaa!”

Bu reklamı izleyen, hatta anne-babasıyla birlikte izleyen ve belki sessizlik, belki de “ne güzel reklam yapmışlar” sözleriyle anne-babasından onay alan bir çocuktan annesine daha nasıl hitap etmesini bekliyorsunuz? Lütfen denmeden de olabileceğini, anneye emretmenin, bağırarak seslenmenin normal bir şey olduğunu sizler çocuğunuza informal olarak öğretmiş oluyorsunuz. Farkettiniz mi, çocuklarımızın bize karşı davranışları nasıl da gizli şifrelerde, örtülü mesajlarda saklı. Güya milli takımla ilgili bir reklam ama müdahale etmezsek çocukların annelerine kaba davranmalarına akreditasyon sağlayan bir mesaj bombardımanı. Geçmiş olsun.

Aynı zamanda reklamda emreden çocuklar, annelerinin isteklerini (mübarek annelik güdüsüyle) yapması karşılığında küçücük bir teşekkürü bile çok görerek sırtlarını dönüp gidiyorlar. Bu reklam, onlar için pervane annelerin fedakârlıklarını bir teşekküre layık görmemeyi meşrulaştırıyor. İste, al, git. Peki, nerede Müslümanca davranış, nerede iyiliğe iyilikle karşılık verme? Annesinin ayağının altını öptüğü zaman cennete en yakın yerde bulunacağını bilen Müslüman’ın yapacağı iş midir annesinden bir şey istediğinde teşekkür etmeden sırtını dönüp gitmek? Üslubumun sertleşmesi, duygularımın acı çekmesindendir. Özür dilerim.

Bizler okullarımızda milyon kez “annelerimiz çok değerlidir çocuklar” diyelim. Trilyon kez “annelerinize evde yardım edin. Onları sevdiğinizi söyleyin. Onların değerli olduğunu hissettirin, teşekkür edin” diyelim, nafile. Bu reklamın altındaki gizli güç, tüm eğitim sistemimizin onlarca yılda vermeye çalıştığı değerleri birkaç saniye içinde yıkıyor. Çocuk okulu, öğretmeni dinliyor; ama reklamdan aldığı mesajla davranıyor.

CarrefourSA’nın yaptığı reklamın dikkat çeken bir de şu boyutu var: Reklamda, annenin fedakarlığı, özverisi, sevgisi ile ticari bir kuruluşun milli takım için yaptıkları özdeşleştirilmiş, eşit gösterilmiş. Bir anne çocuğuna nasıl bakıyorsa, biz de milli takımımıza öyle bakıyoruz mesajı verilmeye çalışılmış. Peki, gerçekte öyle midir? Sonuçta ortada ticari ve çıkar amaçlı bir faaliyet var. Sponsorluk, sonuçta bir reklamdır. Bunun sonunda da kârın artması beklenir. Annelerin saf değerlerinin üstüne basarak kendi ticari itibarını arttırmaya çalışmak ve bu amaçlar annelik duygusunu sömürmek de cabası.

Bu reklama dikkat! Fark ettirmeden değerlerimizden çalan bir yanı var. Reklam şirketlerinin bünyelerinde eğitim boyutunu ve olumlu-olumsuz mesaj faktörünü inceleyen bir kadroyu istihdam etmesi bir zorunluluktur. Tabi bu, kapitalist ve “daha çok kâr” odaklı bu sektörün umurunda mıdır? Galiba değildir.

Çocuklarımızı televizyona esir etmemek, her şeyden önce anne babaların üzerine vazifedir. Hem bu dünyada, hem Rabbin huzurunda huzurlu olabilmek için biraz daha dikkat.