Öğretmenlik, bizim toplumumuzda hiçbir zaman itibar gören meslekler arasında yer almamıştır. Zamanında köyden evladını okuması için şehre uğurlayan anne babalar: “Hiç olmazsa öğretmen ol” temennisiyle, gönüllerinde bu mesleğe verdikleri kuytu köşeyi dile getirmişlerdir.

Öğretmenler her zaman toplumun ay sonunu zorlukla getiren kesimine dahil olmuştur. Üniversite mezunu olup da, her aybaşı bütçe hesabı yapan, -lutfedilip- kendilerine indirimli kart hakkı tanınmasına gerek duyulan tek meslek grubu öğretmenliktir.

“Gelişen” Türkiye’de öğretmenin maddi imkânlarında hiçbir gelişme olmazken, manevî itibarı da her geçen gün sıfıra doğru yol almaktadır. Bundan yirmi yıl öncesinde en azından önünde ceket iliklenen öğretmenler, şimdilerde mahalle kasabı tarafından “Hocam sizin iş, iş valla. Yarım gün çalışıp maaş alıyorsunuz” densizliklerine ve tacizlerine muhatap olmaktadır.

Elbette bunda kamuoyuna yansıyan siyasî söylemlerin, eğitimdeki politikaların etkisi vardır. Gelinen son noktada; velilerin okula yaptığı her türlü maddî desteğin önünün kesilmesi, öğretmenlerin eline süpürge-paspas veren bir sürece doğru yol almaktadır. Önce “kayıt parası” diye nam salan bağışların, daha sonra temizlik aidatlarının resmî yazılarla men edilmesi, okulların tüm imkânlarını elinden almıştır.

Amaç, yarım gün çalışıp boş oturan öğretmene iş bulmak mıdır bilinmez ama devletin her okula atadığı bir-iki hizmetli ile yürümesi imkânsız olan temizlik, güvenlik işlerinin, yakın gelecekte öğretmenin üzerine kalacağı şeklinde espri yollu olduğu kadar traji-komik tahminler bulunmaktadır.

Elbette kayıt döneminde bazı okullarda dönen, dolar üzerinden muhabbetleri haklı görmek, savunmak mümkün değildir. Bu kadar paranın harcanacak yeri olmadığı da aşikârdır. Ama kitapları ücretsiz dağıtarak, öğrenci kıyafetindeki serbestliği veli üzerindeki yükü kaldırmak amacına dayandırarak, vatandaşın elini yeterince rahatlatan anlayışın, okul idarelerinin elini neden bu kadar daralttığını anlamak mümkün değildir.

Eğitimin içinden gelmeyen bürokrasi çevresinin eğitimi bu kadar zora sokacak uygulamaları için en acil çözüm, kendilerini kısa bir süre okul müdürü koltuğuna oturtmak olacaktır. Ertesi gün, yıllardır o koltukta oturanların fikrini almadan yürürlüğe konan sayısız uygulamadan geri dönüleceğine hiç kuşku yoktur.

Hem öğretmen, hem veli sıfatıyla eğitimin çıkmazlarında dolaşmaya çalışan biri olarak, okula yapılan bağışların yasaklanmasını, ülke gerçekleriyle bağdaşmayan ütopik bir felsefenin ürünü olarak görüyorum.

Biz veliler çocuğumuzu günün hiçbir saatinde para harcamadan bir yerden bir yere götüremediğimizi bildiğimiz için, okulda geçirdiği saatler boyunca mâl olduğu masrafları karşılamayı kendimize yük bilmeyiz.

Çocuğumuzun daha hijyenik, daha teknolojik, daha konforlu bir ortamda eğitim görmesi için ayıracak paramız her zaman vardır. Kasasında para kalmadığı için, güvenlik görevlisini işten çıkarmak zorunda kalan bir okulda, aidat ödemediğimiz için bize iyilik yapıldığını düşünmeyiz.

Hayatım boyunca yaptığım harcamaların en “helal ü hoş olsun” dediğim kısmı, çocuklarımın eğitimine sarf ettiklerimdir. Kendi evladım: “Anne, senden ne kadar çok para istiyorlar” deyip ona yapılan harcamayı, çocuk gözünde büyütse de, ben tek kuruşuna iç geçirmemişimdir.  Çünkü bilirim ki eğitime ayrılan para, geleceğe yapılan yatırımdır ve misliyle geri döner.

Kimse çocuğunun da, öğrencisinin de “ölmeyecek kadar” temizlenen ve kıt kanaat ihtiyaçlarını gideren bir okulda sefalet çekmesini istemez. Bu tepeden inme uygulamalardan geri adım atılmazsa, öğretmen eline süpürge de alır, gocunmaz. Bir türlü kendisine lâyık görülmeyen şu maaşı o zaman hak eder mi bilinmez.

Hatice TOKDEMİR

Ajanskamu.com