Öğretmen merkezli anlayıştan öğrenci merkezli anlayışa geçiş kaçınılmaz olarak yaşanırken toplumun da yeni eğitim anlayışına uyum sağlaması gerektiği aşikar. Zira dönüşüm aslında toptan bir dönüşümdür. Eğitimi üzerine oturttuğumuz üçlü saç ayağı yeni anlayışa göre şekillenmediği taktirde öğrenci merkezli anlayış gereken faydayı sağlayamayacaktır. Bu üçlü saç ayağının bir tarafında aile, bir tarafında çevre, bir tarafında da okul vardır.


Ne var ki 2000 yılından itibaren okullarımızda esen yapılandırmacı ve öğrenci merkezli eğitim rüzgarları, yaldızlı tezler, makaleler, söylemler 15.yılını da bitirmiş durumda. Peki bu yaklaşımın çıktıları olan öğrencilere baktığımızda sonuç beklenildiği gibi mi? Özellikle milli manevi değerler ve insani ilişkiler bağlamında net olarak söyleyebiliriz ki hayır.
Yapılandırmacı yaklaşımın eskisinden çok daha karmaşık ve zor bir süreç olduğu, eskiden sadece öğretmen üzerindeki sorumluluğun okul, aile ve çevreye de paylaştırıldığı düşünüldüğünde başarısızlığın ipuçlarına ulaşmak hiç de zor değil. İncelemeye aileden başlayalım.


Aile;
Öğrenci merkezli anlayış öncelikle aileye büyük sorumluluklar yüklemektedir. Önceden öğrenci ile birlikte tüm sorumluluğu da öğretmene teslim eden ve eğitim-öğretim sürecinde rolünü tamamladığını düşünen aile, günümüzde çocuğunun gelişimini takip etmek, sürekli destek olmak konusunda en az okul kadar sorumluluk taşımaktadır. Hatta dini ve ahlaki değerlerin kazandırılması gibi konularda okuldan daha önemli bir hale gelmiştir.


Çocuğuna sağlıklı düşünmeyi, karar vermeyi, sevgi ve saygıyı öğretmek, Karnı kadar kalbini de doyurmak ve örnek olmak konusunda birinci derece sorumluluk ailededir. Zira “eti senin kemiği benim” anlayışı artık yerini “eti benim kemiği benim, yan bakarsan Alo 147’ye telefon ederim” anlayışına bırakmıştır.


Çevre;
Yeni anlayışta çevre, öğrencinin kişiliği, sosyalleşmesi ve olumlu-olumsuz davranış geliştirmesi konusunda eskiye göre çok daha etkilidir. Zira öğrenci, medya, televizyon, internet gibi güçlü vericilerden, okuldakinden daha fazla şey almaktadır. Kontrolsüz kullanıldığında bunlar öğrenci için çok zararlı olabilmektedir. Bu konuda da aileye büyük sorumluluklar düşmekte, yıkıcı etkilerden küçük yaştan itibaren çocuğu korumak için sürekli dikkatli olmak gerekmektedir.


Okul;
Aile ile sorumluluğu paylaştığı için biraz rahatlamış bir görünse de okula düşen sorumluluklar da bir o kadar artmıştır. Zira artık eğitim-öğretim ortamlarının hazırlanmasında dikkate alınacak hususlar karmaşıklaşmıştır. Öğrenciyi tanımak, ihtiyaçlarını, güçlü-zayıf yönlerini ortaya çıkarmak ve buna göre etkinlik süreçleri oluşturmak kolay değildir. Artık öğrencinin öğrenememesinde suçlu, tasarlanan eğitim süreçleridir. Demek ki öğrencinin anlayabileceği şekilde tasarlanamamıştır. O zaman öğrencinin niçin öğrenemediği araştırılmalı, problemler ortaya çıkarılmalı ve yeni yöntemler denenmelidir. Yeni anlayışta sınıfın tamamına aynı yöntem değil, öğrenme problemi olan öğrencilere ayrı, normalde çabuk öğrenenlere ayrı programlar uygulanmaktadır. Bu da tüm öğrencileri çok iyi tanımakla başarılabilecek bir şeydir.
Dikkat ederseniz aile, çevre ve okulun sorumluluklarından bahsederken öğrenciye düşen vazifelerden söz etmedim. Etmedim çünkü öğrenci ancak aile, çevre ve okulun işini yapması halinde sorumlulukların yükleneceği noktadadır. Zurnanın son deliğidir. Diğer delikleri kapatmadıysanız onun kapanmasının bir anlamı yoktur.


Elimizi vicdanımıza koyup soralım;


Aile, yapılandırmacı anlayışla çocuklarını yetiştirme yolunda sorumluluklarını yerine getirmekte midir?

Çevre, yapılandırmacı anlayışla yetişmesini istediğimiz çocuklarımıza uygun dinamiklere sahip midir?

Okul, yapılandırmacı anlayışla inşa ve dizayn edilmiş midir?

Eğer üç soruya da hayır cevabı veriyorsak o zaman “niçin başarısızız?” sorusunun cevabını bulmuşuz demektir. Tebrikler.