Yazı insanlık tarihi için ne kadar önemli bir olay ise; bizim kişisel tarihimizde de o kadar önemli bir olaydır. Akademik çevrelerde, kültür ortamlarında, eğitim dünyasında… hemen her oturumda okuma eyleminin ne kadar önemli olduğu öncelikle dile getirilir. Fakat bu güzel tespitin ardından da şu meşhur eklemeyi yapmayı da ihmal etmez yetkililerimiz; “Efendim okumayan bir toplumuz.” istatistikler peş peşe sıralanır. Kime sorarsanız sorun istatistiklerde dünyanın okuma alışkanlığı sıralarında en arka sıralardayızdır. Merak edenler internette araştırabilir.

Benimse sormak istediğim; “Yazan bir toplum muyuz?” sorusudur. İlkokula başladığımızda ailemizin ve öğretmenimizin en büyük çabası bizlerin bir an önce “okur-yazar” olmasıdır. Bunun için hummalı bir çalışma yürütülür ve eğitim sistemimizin gereği öğrencilerimizin bir kısmı ilkokul birinci sınıfın birinci dönemi; bir kısmı biraz daha sonra ve daha zor öğrenenler de senenin sonuna kadar “okur-yazar” olurlar.

Okumadığından yakındığımız toplumuza göz attığımızda %95’ler oranında ülkemiz insanının okur-yazar olduğu görürüz. Nerede ise okur-yazarlık oranı %100’e yakındır; ilk bakışta çok iyi bir rakam gibi görünmektedir.

Genel anlamda okumadığından yakındığımız toplumumuzun genelindeki meslekleri icra eden kişilerine herhangi bir konudaki (Bu mesleki alanı ile ilgili de olabilir) görüşlerini kısa bir yazı ile açıklamalarını istediğimizde bu eylemden imtina etmektedirler. Okumayan bir toplum muyuz bilemem fakat “yazmayan” bir toplum olduğumuz gerçeği çok daha aşikâr bir vaziyette karşımıza çıkmaktadır. Hem bize ne öğrettiler. Bizim geleneğimizde sözlü gelenek ağır basar. Halk ozanlarının türküleri, masallarımız, destanlarımız dilden dile, nesilden nesile hep anlatılarak aktarılmadı mı?

Eğitim dünyasında özellikle de öğretmenler odasında, konu açıldığında Milli Eğitim Bakanları’nın öğretmen kökenli olmamaları hep bir şekilde masaya yatırılır. Ne hikmet ise masaya yatırılan bu konunun hikmeti de ne yazık ki bir türlü anlaşılamaz. Şöyle bir lafügüzaf da dillere pelesenk olmuştur; “Eğitim, eğitimcilere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.”

Milli Eğitim Bakanlığı’nda bir milyona yaklaşan öğretmen sayısı ve ülkemizde çeşitli kademelerde 17,5 milyon öğrenci sayısı ile; yaklaşık 20 milyonluk bir eğitim nüfusu ile dünyadaki bir çok ülkenin nüfusundan daha fazla bir sayıya sahip bir kesimden bahsediyoruz. Eğitimle ilgili böyle büyük ve canlı bir yapının problemleri de çok çeşitlidir. Bu büyük kesimin dertlerini ve dahi çözümlerini eğitim yazarları gündeme getirmeli; çözümünde paydaş olmalıdır.

Eğitim ile ilgili yayınlara baktığımızda maalesef deryada bir katre bile olmadığını esefle görmekteyiz. Eğitim ile ilgili yazan, çizen, kafa yoran kişilere baktığımızda gündemde hiç mesabesinde yer aldıklarını görmekteyiz. Karıncayı yolculuğa çıkmış gören bir arkadaşı; “Arkadaş nereye gidiyorsun?” diye sormuş. Karınca bir an bile duraklamadan, “Hacca gidiyorum.” cevabını vermiş. Arkadaşı gülerek; “Sen bu gidişle hacca varamazsın?” diye peşin hükmü varmış. Karınca bir an bile düşünmeden; “Varamasam da yolunda ölürüm.” demiş.

Kıssadan hisse ey sevgili okur; biz de öğretmenliğe başladığımızdan beri öğrencilerimize bir şeyler öğretme gayretindeyiz. Daha sonraları da bizlere açılan basılı yayın organlarından başlamak üzere bu günün imkânları olan internet ortamında sizlerle eğitim konularındaki tecrübelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz.

Bu günden itibaren de www.ajanskamu.com internet sitesinde sizlerle eğitim konusundaki tecrübelerimizi bizlere ayrılan bu mekânda paylaşmaya devam edeceğiz. Bizlere bu imkânı sağlayan site yöneticilerimize teşekkür ediyorum. Siz değerli karilerimizden de sorularınızla, görüşlerinizle bizlere destek olmanızı istirham ediyorum.

Son söz olarak sevgili okur; yine yeniden Merhaba. (5.5.2016)

www.facebook.com/ekrem.aytar.9                                                   

www.twitter.com/ekremaytar