Yazının başlığını okuyanlar, eğitimde çocuklara eşit fırsatların tanınmasını savunacağımı düşünebilirler. Oysa ben “eşitlik mi, adalet mi” sorusunda tercihini adaletten yana kullanan biri olarak; eğitimde de herkesin beklentisi ve kapasitesi yönünde hak sahibi olması gerektiğini savunanlardanım.

                           Nitekim Yaradan da kullarına nimetleri ve külfetleri eşit değil adil olarak dağıtmıştır. Kimseyi de kaldıramayacağı bir yükle mükellef kılmamıştır. Bir anne de evlatlarından beklentilerinde eşitlikçi değil adaletlidir.

                        O halde eğitimde okulların şartları, fırsatları eşit değilken… Çocukların kapasitesi, algısı eşit değilken… Ailelerin eğitime ayırdıkları zaman, verdikleri emek eşit değilken… Eğitimde fırsat eşitliğinden bahsetmek, gerçeklerle örtüşmeyen bir ütopyadan öteye gitmez.

                      İddia edilen şudur: Kötü öğretmen yoktur, devlet okullarında öğrencilere özel muamele yapılamaz. Bu sebeple öğrencilerin okullara kaydında, sınıfların oluşumunda veliye seçme hakkı tanınamaz. Bu mantık çerçevesinde öğrencilerin hangi okula kaydolacağı sistem tarafından adrese dayalı olarak belirlenir, okullarda sınıflar oluşturulurken kura usulü tercih edilir.

                         Öncelikle bu uygulama beraberinde birçok çelişkiyi getirmiştir. Çocukların kayıt yaptıracağı okulu kendisi belirleyen devlet, bir başka kurumu olan nüfus dairelerinde adresini değiştirmek için uğraşan uzun kuyruklara kendi eliyle hizmet vermektedir

                         Madem ki her öğrencinin bulunduğu mahalledeki okula gitmesi en münasip yöntemdir; bu kuralı delmeye çalışan insanlara neden fırsat verilmektedir? Madem ki bütün okullar ve öğretmenler iyidir; bunca insan beyhude yere mi başka kapıları çalmaktadır? Neden insanlar istedikleri hastaneden hizmet alıp hatta kendilerini tedavi edecek doktoru seçme hakkına sahip iken, çocuklarının geleceğini şekillendirecek olan okulu ve öğretmeni kendileri tercih edemezler? Çocuklar meyve-sebze midir ki kura ile yerleri belirlenir?

                        Mesela bir veli çocuğunun bir bayan öğretmenle rahat edeceğini ya da disipline önem veren bir öğretmenle kontrol altında tutulabileceğini düşünemez mi? Kendisinin de yıllarca kolay diyalog kurabileceği birini tercih edemez mi? Ya da doğduğundan beri beraber büyümüş çocukların aynı sınıfta arkadaşlıklarına devam etmeleri istenemez mi? Algı seviyeleri yüksek çocuklar bir sınıfta biraraya getirilerek onlara daha hızlı, yüksek seviyeli bir eğitim verilemez mi? Eğitime zaman harcayan, emek veren velilerin, şartları iyi okullarda, mesleğini hayatının merkezine oturtmuş öğretmenlerle birlikte ülkenin geleceğine yatırım yapacakları bir eğitim ortamının kime ne zararı olabilir?

  Bu tercih hakkının iki sakıncası düşünülebilir: Okullarda özel sınıf açmak için konuşulan fiyatlar ve tercih edilen öğretmenlerin sınıflarında meydana gelen yığılmalar…

                        Elbette parayı bastıranın iyi şartlarda okuduğu bir eğitimi savunuyor olamayız. Velinin gönlünce eğitime yapacağı maddi katkıyı engellemek ne kadar yanlışsa, bir tarife üzerinden veliyi fahiş bağışlara mecbur etmek de büyük haksızlıktır. Devlet imkanlarının okulları imar ve ihya etmeye yetmediği aşikardır. Çocuğunun attığı her adımın harcama anlamına geldiğini gayet iyi bilen veli, gününün büyük bölümünü geçirdiği okulda çocuğunun iyi şartlarda bulunması için desteğini esirgememelidir. Ama okulların bir ticaret merkezi haline getirilmesine de izin verilmemelidir. Eğitim-öğretimi bu mantıkla sürdüren okullar zaten gayet meşhurdur, üzerlerine gidilmelidir.

              Velinin tercihine mazhar olmuş öğretmenlere aşırı rağbet edilmesi ihtimaline gelince:  Öncelikle hiçbir öğretmene bu teveccüh gökten zembille inmez. Ya da veli öğretmeni kara kaşı gözü için tercih etmez. Bu bir birikimin, eğitime verilen emeğin manevi ödülüdür.

Peki o sınıflardaki yığılmaların önüne nasıl geçilir? Öncelikle öğretmeni atayıp takibini yapmayan bu sisteme, bir kontrol mekanizması eklenmelidir. Bu, birkaç senede bir kere bir saat ders dinleyen, evrak dosyalarına göz gezdiren bir teftiş mekanizması ile ya da seminer dönemlerini doldurmak gayesiyle izletilen gayet sıkıcı televizyon seminerleri ile değil… Öğretmeni eğitecek, konsantrasyonunu artıracak, çalışma şevkini tetikleyecek organizasyonlar ile, okul müdürünü devreye sokacak etkili performans değerlendirmeleri ile gerçekleştirilebilir. 

 Böylece ideal öğretmen sayısı artacak, her okulda kendini bu işe adamış birkaç isim etrafında yığılmaların önüne geçilecektir. Ayrıca çocuğunun hangi sınıfta eğitim göreceğini zerre kadar dert etmeyecek, hatta yıllar boyu okuldan içeri girmeye gerek görmeyecek veli sayısı da hiç az değildir. Yine de ısrarla bir öğretmeni tercih edenler olursa, belki onlar arasında kura uygulanabilir ya da çocuklara ufak bir seviye testi yapılabilir.

                     “Aaa ufacık çocukları sınava mı tabi tutacağız?” itirazlarını duyar gibiyim. Peki o çocukları kura ile sınıflara dağıtarak belki hiç uyum sağlayamayacağı bir ortamda okumaya mecbur bırakıp , yeteneklerini gün be gün köreltmesine fırsat verip de birkaç sene sonra bir okul kazanması için sınava almak daha mı adildir? Ben yüksek kapasiteli çocukların vasat bir ortamda nasıl zamanla kendilerini gevşettiklerine, zaten sınıfın en iyisi olduklarını görerek kendilerine hiçbir şey katma ve rekabet etme gereği hissetmediklerine çok şahit olmuşumdur.

                     Nedense bu çelişki bana maddi imkânları olmayan vatandaşları gerekçe göstererek dersanelerin kapatılıp da, çocuklarını özel okula göndermeleri için –zaten belli bir maddi güce sahip olan- ailelere devlet desteği sağlanmasını hatırlattı  Acaba eğitimde atılan yanlış adımlar, yeni yanlışları da ardından mı sürüklüyor? Ya da eğitimin içindeki insanların fikri alınmadan yapılan tepeden inme uygulamalar, ne tarafından tutsak elimizde mi kalıyor? Daha dar kapsamlı bir soru sorarsak: Acaba eğitime kanunla, yönetmelikle yön veren insanlar, kendi çocuklarına kura usulü ile mi öğretmen belirliyor?

HATİCE TOKDEMİR