“Kara Delik” bir astronomi terimi. Bu yazıda eğitim problemlerini açıklarken,  ondan yararlanmaya çalışacağız. Önce kavramı bildiğimiz kadarıyla kısaca açıklayalım.

“Kara Delikler”  bir tür uzay cisimleriymiş.  Diğer uzay cisimlerden farkı ise yoğunluklarının çok yüksek olmasıymış. Benzetmeyle açıklayacak olursak diğer uzay cisimleri bir sünger gibi düşünüldüğünde  “Kara Delik” cisimlerinin hali süngerin çok sıkıştırılarak küçültülmüş hali gibiymiş.Bu haliyle “Kara Delik” cisimleri aslında kütlesel olarak göründüklerinden çok daha büyük cisimlermiş. Onların bu özelliği kendilerine çok yüksek bir çekim gücü kazandırıyormuş. Bu güçleriyle kendilerine yaklaşan gök cisimlerini görülmeyecek kadar küçülterek adeta kendilerine yapıştırıyorlarmış. Bu olgu “Kara Deliklerin” diğer cisimleri yutması olarak nitelendiriliyormuş. “Kara Deliklerin”çekim gücünden değil gök cisimleri, ışık bile kurtulamıyormuş. Yüksek çekim güçleri ışığı bile yansıtmayıp soğuruyormuş. Bu yüzden uzayda kapkara görünüyorlarmış. Etkisine aldıkları cisimleri adeta yok edip yutuyorlarmış.

Bu açıklamalardan sonra “Kara Delik”uzay cisimlerini eğitimle nasıl ilişkilendirelim dersiniz?  Bize göre eğitimin “Kara Delikleri” sınavlardır. Sınavlar; gerek her kademe idareciler, öğretmenler, öğrenciler ve velilerce önemsenme yoğunluğu açısından ve gerekse buna bağlı olarak eğitim uygulamalarında sunum-yöntemler, değerlendirmeler, amaçlar, beceriler, değerler, estetik, idare, araç gereç, öğrenci bireyselliği , ruh sağlığı, sosyal gelişim vs eğitimin diğer tüm unsurlarınıyutup yok etmesi açısından eğitimin “Kara Delikleridir”. Herkesin çok rahatlıkla fark ettiği gibi Türk eğitim sistemi çok uzun yıllardır sınavların olumsuz etkisinden muzdariptir.

Bu şekilde bir tespit somut olarak ne anlama gelmektedir? Bazı örneklerle açıklamaya çalışalım.

Eğitimin Amacı olarak 1: Son yıllarda eğitimin müşterisi sayılan öğrenci ve velilerin eğitimden sınav kazandırma ve diploma dışında bir talebi yoktur. Biz eğitimcilerin uzun eğitim ve mesleki hayatında kazanıp, eğitim ortamında öğrenciler üzerinden, öğrenciler ve ülkemizin geleceği adına hayata geçirmeye çalıştığımız eğitimin kişisel ve toplumsal boyuttaki fayda ve amaçları veliler açısından bir hiçtir. Bu tutum eğitim konusunda toplumsal boyutta kapkara koyu bir cehaletin ürünüdür. Yani şu anda Türk toplumunda medeni bir eğitim talebi yoktur. Uzun yıllara dayalı olarak devlet tarafından geliştirilmesi gereken bu alan ihmal edilmiştir ve yozlaştıkça yozlaşmıştır. Çok daha acı ve dramatik olan ise, bu görevi yerine getirmesi gereken eğitim görevlilerinin öncelikle bu stratejik görevinin henüz farkında olmayıp bütün eğitim mesaisini veli ve öğrencilerin “sınav kazanma”   talebine harcamasıdır. Yani baş olması gerekenlerin ayak olmayı yeğlemesi şuursuzluğudur.Bu gün itibariyle bu ülkede henüz öncelikle medeni bir eğitim talebi ve buna bağlı olarak çağdaş bir eğitim arzı yoktur. Eğitimdeki bütün problemlerin temelinde bu anlayış ve yaklaşım yatmaktadır. Sızıntının kaynağı burasıdır.

Yöntem Olarak: Öğrencilerimiz kendilerinin gözlem, inceleme, araştırma, deney yapma, katılım, oyun, etkinlik gibi yaparak yaşayarak,  çalışma ve yaşantılarıyla elde etmeleri gereken bilgi ve kazanımlarını pasif olarak alıcı konumunda öğretmenlerin ezberletmesiyle kazanmaktadırlar. Bu şekilde eğitim öğretim tekniğinden uzak ders uygulamaları-sunuları çağdaş elektronik araçla yapıldığı zaman eğitimde teknoloji kullanıldığı yanılgısını da içermektedir.  Sadece sınav kazandırmak için ezberletilen bilgiler hayatla ilişkilendirilmemekte ve öğrenci ve toplum hayatında da işe yaramamaktadır. Yani öğrenciler, elektriği öğrenmekte, sigorta takamamaktadır. Alan ölçüsünü, öğrenmekte bahçelerinin veya evlerinin alanını ölçememektedir. Besinleri öğrenmekte, beslenmeyi bilmemektedir. Çevre kirliliğini bilmekte, çevreyi kirletmektedir. Teknolojik araçlardan oyun ve eğlence dışında yaralanmamaktadır. Enerji tasarrufunu öğrenmekte, enerjiyi hayatta nasıl kullanacağını, tasarruf edeceğini bilmemektedir. Okuma yazma bilmekte ama ders kitabı dahil okuyarak bilgiye ulaşmakta zorlanmaktadır. Okuma yazmayı bilmekte, kitap okumamakta,basit bir metin yazamamaktadır.

Değerlendirme olarak: Bu gün ağırlıklı bir şekilde sınav yöntemi olan çoktan seçmeli test yöntemi öğrenilmekte ve kullanılmaktadır. Bunun dışındaki,  öğrenci kişiliğinin çok başka niteliklerini önemseyen, geliştiren ve ölçen diğer yöntemler öğrenilmemekte ve kullanılmamaktadır. Açık uçlu, doğru yanlış, gözlem, akran değerlendirme, öz değerlendirme, ürün dosyası, proje ve performans uygulama ve değerlendirmesi, öğrencilerin kişisel niteliklerinin tespiti vs yöntemler göz ardı edilmekte. Hem de yöntem olarak öğretmen ve öğrenci tarafından bilinmemektedir. Öğrencilerimiz de uygulanmayan bu yöntemlerin kazanımlarından mahrum olarak büyümektedir. En basit bir örnek.Hiç akran ve öz değerlendirme çalışması yapmamış insanlarımız objektif olarak kendini ve başkalarını değerlendirme ve tanıma becerisi gösterememektedir. En basit ucu açık bir soru cevaplamak için metin düzeninde bir yazı yazamamaktadır. Geleceğine yönelik alışılmışın dışında projeler üretememektedir.

Amaçlar Olarak 2: Eğitimin ulusal ve evrensel boyutta öğrenci ve toplum bazında amaçları vardır. Bu gün sınav merkezli uygulanmakta olan eğitim çalışmalarıyla bu amaçların hiçbirisi dikkate alınmamaktadır. Dikkate alınmayan bir amacın gerçekleşmesi de üstün körü olmakta ve gerçekleşmemektedir. Eğitimin güvenilir İyi insan iyi vatandaş, hayat şekillendiren toplumsal değerler, düşünebilen eleştirebilen üretici insan, yaşanan demokratik değerler, başkalarına saygı vs. iddiaları havada kalmaktadır.

Geniş çevre gözlemlerimize dayanarak somut bir şekilde örneklendirelim. Bu gün ülkemizin köyleri, kasabaları ve küçük ilçelerinde insanlar Muhtarlık ve Başkanlık seçimleri nedeniyle birbirine düşman ikili kamplara ayrılmıştır. Birbirinin seçme ve seçilme hakkına hiçbir kimse hoş görüyle bakmamaktadır. Okullarımız ise sorumlu olduğu bu alanda öğrencilere kazandırması gereken demokratik bilgi, beceri ve değerler konusunda duyarsız kalmaktadır.

Araç gereç olarak: Okullarımızda araç gereç kullanımı oldukça yetersizdir. Çok miktarda araç gereçler okulda sadece bulunmakta hiç kullanılmamaktadır. Bazı araç gereçlerin kullanılmasının öğretmenlerce bilinmediği izlenmektedir.  Bazıları da bilinse de kullanılmamaktadır. Öğrenilen konuları somutlaştırarak öğretmeyi kolaylaştıran araç gereçlerin kullanılması teknik olarak zaman almakta ders etkinliğinin hızını kesmektedir.  Bir an önce işini bitirmek isteyen ve sınav programına yetişmek zorunda olan öğretmenler araç gereç kullanımını işlerine engel olarak görmektedirler. Araç gereç kullanmak yerine daha kolay ve zahmetsiz olan anlatım metodu her zaman ön plana çıkmaktadır. Öte yandan okullarımızda en basit araç gereçler dahi kullanılmazken, kapitalizmin şuuraltı yönlendirmesiyle tüketime zorladığı kısa sürede demode olan elektronik araç gereçler veli ve öğrenci avlamada kullanılmakta ve çok büyük bir kaynak israfına yol açılmaktadır. Bu gün okul ardiyaları gereken verimle kullanılmadan demode olmuş, israf edilmiş; televizyon, tepegöz, video, bilgisayar, projektörlerle vs araçlarla doludur. Ülkemizde halen hiç laboratuvara uğramadan ders yılını bitiren bir sürü Fen Lisesi bulabilirsiniz.

Değerler olarak: Son birkaç yıla kadar Türk eğitim sisteminin bir değerler algısı yoktu. Gerek eğitimcilerin gerek velilerin böyle bir çalışması, beklentisi, kaygısı, bilgisi uygulaması yoktu. Son yıllarda ise sadece konuya bir miktar dikkat çekilmiş,programların içeriğine eklenmiştir. Uygulamada ise henüz bir şey yoktur. Kimsenin böyle bir beklentisi de görülmemektedir. Eğitimcilerin bu konuda bir birikimi, deneyimi, metodu da henüz ortada yoktur. İnsanımızda bir miktar değer kazanımı varsa bu şuurlu bir ilgi ve algı dışında tesadüfi olarak kültürümüzün ürünüdür. Bu nedenle eğitim sistemimizin değerleri bilen, önemseyen, yaşantısını bu değerler ışığında şekillendiren değerleri içselleştirmiş insan yetiştirmesi henüz imkan dahilinde görülmemektedir. Kırmızı ışıkta rahatlıkla geçeriz. Başkalarının hakkına saygı duymayız. Arabamızı rastgele park ederiz. Haram helali pek bilmeyiz. Üretmeden kazanmanın yolları olan; kopya çekme, torpil yapma, adamını bulma, iş çevirme bizim önemli toplumsal becerilerimizdir.

Öğrenci Bireyselliği: Her insan birbirinden farklıdır. Farklı zeka, yetenek ve duygulara sahiptir. Herkes her işi yapamayacağı gibi herkesin iyi yapabilip toplumsal üretime katkıda bulunabileceği, kendini gerçekleştirip mutlu olabileceği, gelir getirip geçinebileceği bir yeteneği vardır. Toplumda da çeşit çeşit iş ve meslek alanları vardır. Bu açıdan her öğrencinin eğilim ve yeteneklerinin eğitim ortamında en iyi şekilde tanımlanıp en doğru şekilde yönlendirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Tanımlama ve yönlendirme dediğimiz bu olgu henüz Türk eğitim ortamında gelişmemiştir. Bu konuda eğitimci ve velilerin bilgi eksikliği henüz bakir bir alan olarak bulunmaktadır. O yüzden sanırız ki herkesten her şey olur. Çok çalışırsa bir öğrenci her şeyi yapabilir. Bu nedenle velilerimiz öğrencilerimizin yetenek ve becerilerine bakmadan toplumda çok para kazanan prestiji yüksek mesleklere yönelmekte bir beis görmezler. Eğitimcilerimiz de bu konuda aydınlatıcı olması gerekirken veli ve öğrenci algısına destek vermekten geri durmamaktadırlar. Bu anlayışın sonucunda sınav merkezli eğitim, özel ders ve dershanecilik uygulamaları pekişmekte, bağlantılı olarak sınav kaygıları, mutsuzluk, evden okuldan kaçmalar, hastalanmalar, intiharlar, derin hayal kırıklıkları ve depresyonlar sık sık gördüğümüz olaylar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her hastanın doktor olmasa da hasta olduğunu bilmesi gibi toplum da eğitimdeki hastalığı bir şekilde fark etmektedir. Bakanlık merkez teşkilatı da işin farkında olmalı ki on yıldır devamlı sınav şekilleriyle uğraşmakta, her yıl yeni arayışlar içinde adeta çırpınmaktadır. Bütün arayışlara rağmen problemin çözüleceği de iddia edilemez. Zaten her arayış denemesi de bir öncekini yanlışlamıyor mu? 2013-2014 yılından itibaren de yeni bir uygulamaya geçilecek. Amaç sınav uygulamalarının rayından saptırdığı eğitim uygulamalarını olması gereken doğrultuya yöneltmek olsa gerek. Şimdi uygulayıcı olan bakanlık yöneticileri de, veliler de, ilgilenen vatandaşlar da merak ediyordur herhalde. Yeni uygulanacak olan sınav ve değerlendirme yöntemi eğitimin sancılarını sona erdirecek, derde deva olacak mı?

Bana sorarsanız hayır…!     Cevabı aşağıdaki hikayede.

 

EVİN TABANINDAN SIZAN SU

“Köylünün birisi yeni bir ev yapmış rahatını sürerken, iki üç yıl sonra evin zemin katında su sızıntıları belirmiş. Adam önce pek önemsememiş ama huzuru da kaçmış. Hanımı şikayetçi olmuş. “ Zemin çamur gibi oldu. Evi nem sardı. Kurut şu sızıntıyı” demiş.  Adam nemli tabana biraz kuru toprak serpmiş. Rahatladım derken, bir süre sonra nem kuru toprağı da ıslatmış. Bu sefer bir şeyler bildiğini sandığı komşusundan yardım istemiş. Komşusu sızıntının üzerine daha çok kuru toprak serpmesini önermiş. Öyle yapmış, biraz daha uzun süre rahatlamış. Ama nafile. Sızıntı yine üste çıkmış. Arayış devam etmiş. Bir komşu zemin katın pencerelerinin açık bırakılması halinde nemin kolayca kuruyacağını söylemiş. Açılmış pencereler. Ama nafile. Komşu köyde iş bilir bir usta varmış. Ona gitmiş bizim gariban köylü. “Tamam demiş usta. Tamam o iş.” Zemine kalın bir beton dökmüş. Bir uzun süre daha rahatlamış bizim köylü, hanımın yüzüne bakar olmuş da, daha uzun bir süre sonra kıyılardan sızıntı başlamış yine. Adamın kendi can sıkıntısı hiç, hanımının her defasındaki imalı sözleri ve bakışına kahroluyormuş. Evi yıkıp başka yere yapmayı bile düşündüğü oluyormuş. Nihayet son bir arayışla inmiş şehre. Köyün çeşmelerini yapan ustayı bulmuş. Anlatmış olanları.

-Kardeşim suyun kökünü kurutmadan üzerini örtmekle olur mu? Demiş usta. Alet edevatını toplayıp gelmiş köye. Şöyle bir incelemiş sızıntıyı. Önce evin su tesisatını incelemiş. Kaçak bulamamış. İş çok demiş. Sökmüş tabanı. Başlamış eşmeye. Eştikçe eşmiş. Birkaç gün çalışmış. Sızıntının izini bulmuş merakla izleyen köylülerle beraber.  Sızıntı su, eski zamanlarda döşenmiş bir künk su kanalından geliyormuş. Usta Künk kanalın geldiği yönü tahmin ederek evin dışından bir yerden kesmiş sızıntı suyu. Bayağı zahmetli olmuş iş. Epey de masrafı olmuş köylünün. Ama değmiş bütün bunlara. Rahatlamış.

Köylü rahatlamaya rahatlamış da, kafasına takılan bu sızıntının sonradan ortaya çıkması sorunu rahatsız etmeye başlamış ustayı.

-Yahu, bu sızıntı su önceden olmadığına göre sonradan neden çıktı? Demiş köylülere. Köylüler gereksizliğine itiraz etse de bu merakın peşine düşmüş usta. Çok sürmemiş çözmüş problemini.

Meğer sızıntının kaynağı yakınlardan geçen şebeke borusundaki çatlakmış.

Bizim Milli Eğitim Bakanlığına şimdi iyi bir usta lazım diye düşünüyorum. Bu gün olmazsa yarın bu ustayı bulmamız lazım.

“EĞİTİM REFORMU TASARISI”  başlıklı yazımız ekim ayında. İnşallah.

Salih SÖYLEMEZ

Eğitim Denetmeni