Ülkemizde yaşanan gezi parkı eylemleri, hangi pencereden bakarsak bakalım halkın bir kısmıyla hükümet özellikle başbakanımız arasında bir güven bunalımı yaşandığını göstermektedir. Güven bunalımının sonlandırılıp yeniden belki de en baştan tesis edilmesi gerekmektedir. Yaşananlar gösteriyor ki;  halkla iktidar birbirlerinin dillerinden anlaşamıyorlar. Her cümleye, her harekete, her açıklamaya  farklı  farklı anlamlar yüklenmektedir. Ya gerçekten aynı dili konuşamıyorlar ya da anlamamak için direniyorlar.

Gençlere soruyorum;  Gezi parkı eylemleri Taksim’de başlayıp yurdun büyük bir bölümüne yayılıp ses getirdi mi? Getirdi. Duygu ve düşüncelerinizi,  beklentilerinizi hükümet dâhil sağır sultan duydu mu? Duydu. Şimdilerde bu işin neresindesiniz? Nereye kadar sürecek, nerede duracaksınız?  Gençlerle başlayan bu eylemler kimlerin eline, tekeline geçti. Ağaçtı, çevreydi, demokratik hak aramaydı derken yeni yeni söylemler geliştirip hükümet istifa, başbakan istifa naraları atmak hangi ileri demokrasiyi daha ileri götürebilir ki. Demokrasiden bahsedenler, demokratik yaklaşımları hak olarak görenler beğenmedim, istemiyorum, en çok ben, biz haklıyız dercesine demokrasinin olmazsa olmazlarından olan seçimlere, sandıktan çıkan oylara itibar etmezde,  seçimle  gelenleri  şer ile durdurmaya kalkmayı, istifaya çağırmayı hangi demokrasi tanımlarına sokmaktadırlar. Bu ölçüsüz ölçü bir gün sizi de tartabilir. Bu ülke yüzde elli yüzde elli diye ayrıştırılamayacak kadar milleti ve değerleriyle vardı ve var olmaya da devam edecektir. Kendisi için istediği hak ve hürriyetleri, başkaları için de önemseyip, değerli kılanlar  birlik,   beraberlik , saygınlık  içersinde birbirlerine  tahammül edebilenler  varlıklarını  sürdürebilirler.

Hak aramanın, istemenin,  savunma geliştirmenin de dozu, yöntemi çok önemlidir.  İnsanımızın olmazsa olmaz hassasiyetleri vardır. Dini ve milli değerlerimiz, onurumuz, ailemiz, namusumuz üzerine kavgada söylenmez dediğimiz söylemler havada uçuşmaktadır. Konuşulmasını ayıp saydığımız hakaret söylemleri,  yakıştırmalar başlangıçtaki niyeti lekelemektedir. Kaba, aşağılayıcı bir dil kullanmak negatif etki yapar, olacağı da oldurmaz. Yaşananlar gösteriyor ki, sapla saman birbirine karışmış, amacından sapmış,  ipin ucunu kaçmıştır.

İktidarın söylemleri de, yaptıkları da hiç yatıştırıcı eksende değildir. Seçimler sonrası halka seslenirken ’’ bana oy veren yüzde ellinin değil, hepinizin başbakanı olacağım’’ açıklamanız çok net ve güven vericiydi. Güven berrak bir suya benzer. Bulandırmaya gelmez. Tekrar inşası sabır ister, emek ister. Bu söyleminizi tekrardan canlandırmalısınız. Gezi parkındaki gençlere devlet baba şefkati gösterilmeliyken, başka başka güçlerin eline bırakılmamalıyken, dışlayıcı, yok sayan tavırlar, karşılıklı saygı ve güvene dayalı ülke barışı için atılacak adımlara sekte vurmaktadır. Elinizle, dilinizle ittiklerinizi, ötekileştirdiklerinizi, başka başka diller, eller yüceltince apolitik dediğimiz gençler politize oluyor, masumiyetlerini kaybedip hırslanıyorlar. Hırslanırlar, çünkü onlar yolun başındaki gençler. Gençlerle yakacağımız köprüleri değil,  geçeceğimiz köprüleri inşa etmek zarurettir.  Bir güç gösterisidir gidiyor. Sen mi, ben mi daha güçlüyüm tavrı yanlış yollara sokmaktadır herkesi. Elbette devlet baba daha güçlüdür.

Lakin gerçek güç, yetkin olduğun halde dahi istikrar adına, birlik beraberlik adına herkesi duygudaşlık yaparak kucaklayabilmek,  değer verildiklerini hissettirebilmektir. İnsanı güçlü yapan şey, değişime karşı gösterdiğimiz kabulleniş ve uyumdur. Devlet baba vakurluğu içersinde yüzde ellileri birbiriyle kaynaştırıp, yüzde yüzün sesi ve gözü olabilmektir. Herkesin anlayacağı, anladıkça hak vereceği, destek olacağı bir dil muhakkak vardır. Derler ya, ne anlattığınız değil karşınızdakinin neyi ne kadar anladığı önemlidir. Sizler dinleyin, anlayın ki, herkes kendini anlatabilsin, anlattıkça kendini tanıyabilsin. Tanıdıkça gerçeğe,  hakikate açılan kapıları seçebilsin,  açabilsin.

Önce  empati  yaparak,  sempati ile yaklaştığımız bu yaşananlar, artık antipati duygusunu körüklemektedir.  Toplumsal kaos,  bireysel kaosa, travmalara zemin hazırlamaktadır. Senaryolardan senaryolar üretilmektedir. Mark Twain’in dediği gibi’’ Öyle bir dil kullanmalıyız ki, sağır da işitebilmeli, kör de okuyabilmeli. Bu dil şefkatle yaklaşanların dili, sevgi dilidir. Gönlümüzü geniş, dilimizi hoş eyleyelim. Çok geç ya da zor değil.  İstenirse, başarılamayacak hiçbir şey, değiştirilemeyecek hiçbir hesap olamaz.

 

Neşe VURAL