“Töreyi koruyan eğer kadınsa ki öyledir, kimse bana kadının ikinci sınıf olduğunu söyleyemez. Töreyi koruyorsunuz. Kraliçe sizsiniz. Şimdi hâl bu iken neyin ezilmesinden bahsediyorsunuz?”

“Benim gözlemlerime göre Türk toplumunun ataerkil olduğu şeklindeki anlayış doğru değil diyor Alev Alatlı. “Tersine biz anaerkil bir toplumuz.”

Soru: Pekâlâ, gerçekte yaşanan problemler var örneğin erken evlendirme, şiddet, namus cinayetleri… O zaman çözüm bulmamız nasıl mümkün olacak?

Cevap: “Neyi çözeceksin Allah aşkına? Çözecek bir şey yok ki! Ben dert nedir, onu anlamıyorum. 13 yaşında evlendirdiğiniz kızın kocası, yani oğlan zaten 14 yaşında. Kimin meselesini nasıl çözüyoruz?

İstatistik isterim efendim! Öyle söylemekle olmaz. Bulamayacağınıza eminim!”

“Benim genç kızlığımda, 18 yaşında nişanlısı olmayan kıza evde kalmış diye bakılırdı. Şimdi 42 yaşındaki kadın doğuruyor. Görmüyor musunuz şu son 30 senede Türkiye’deki değişimi?

Evet, Türk toplumunda eskiye oranla gözle görülür bir değişim yaşanıyor. Annelerimizin kaç yaşında evlendiklerini biliyoruz. O günlerde toplumda yadırganacak bir durum değildi bu.

Bugün ise adına “istismarcı, tecavüzcü” diyorlar.

Ben, “Amerikan toplumunda” olduğu gibi küçük yaşlarda görücü usulüyle evlendirmelere sıcak bakmayan biriyim. Yetişkin birey olduklarında kendi kararlarını kendilerinin vermesi en makul olanıdır.

Ne var ki toplumda sayıları az da olsa bu hususta bazı vahim mağduriyetlerin yaşandığına da tanıklık etmekteyiz.

Çok örnek var ancak en çarpıcı olanı, Hilal Kaplan’ın da bir ara köşesinde yer verdiği Emine Karakaya'nın hikâyesidir.

“Emine, 15 yaşındayken 18 yaşındaki Levent Karakaya'ya âşık oluyor. Ailesi erken yaşından ötürü evliliğe izin vermeyince kaçarak dinî nikâh kıyıyorlar.

Emine'nin annesi şikâyetçi oluyor. Ancak kızının rızası olunca aile büyükleri de araya girerek şikâyetini geri çekiyor.

Fakat devlet, bu süreçte iki çocuğu da olan çiftin yakasına yapışıyor. Evliliklerinin üzerinden 9 yıl geçtikten sonra, konuyu kamu davası olarak ele alıp, Levent'i yargılıyor.

Levent tutuklanarak hapse atılıyor, Emine iki çocuğu ile ortada kalıyor. Kirayı ödeyemeyince ailesinin yanına geliyor. Eşini cezaevinde ziyaret ettiği bir gün, çıkış kapısının orda yere yığılıyor.

Üzüntüden felç geçiriyor ve sol tarafı tutmuyor. Günler sonra da hastanede vefât ediyor. Baba cezaevinde, anne mezarda; çocuklar hem yetim hem öksüz.”

Şimdi bu hazin olayı “çocuk istismarının affı olmaz” demek suretiyle çözmemiz mümkün mü?

Esasında mesele yeni değil. Bugün “çocuk gelinler” diyerek bu mağduriyeti görmezden gelen CHP, 2008 yılında “bu şekilde mağdur olan tam 8 bin aile var” diyerek TBMM’de basın açıklaması yapıyordu.

Nihayetinde çözüme kavuşması gereken bu vahim sorunu AK Parti tekrar gündemine aldı.

KADEM geçenlerde yaptığı bir açıklamada; “Erken yaşta evliliklerin psikolojik ve sosyal sakıncaları ortada olmakla birlikte, bu kitlenin bir kısmı artık resmi nikâh kıyarak ya da fiilen beraber yaşamak ve müşterek çocuk sahibi olmak suretiyle sosyal anlamda birer aile kurmuşlardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, bahis konusu sosyal talebin çözümü için çalışma yapması zaruridir” diyerek meselenin çözümüne işaret etti.

Tam da bu konuda AK Parti ve MHP bir teklif sundu.

Teklife göre, 10 Nisan 2020 tarihi itibariyle mağdur ile failin evlenmiş olması, suçun işlendiği tarihte failin başka biriyle evli olmaması, mağdurun şikâyetinin bulunmaması, suçun işlendiği tarihte mağdurun 14 yaşına girmiş olması, mağdur ile fail arasında 15 yıldan fazla yaş farkının bulunmaması şartlarını taşıyanların infazları ertelenecek.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı bu teklifi;  ‘tecavüz önergesi’ olarak nitelendirerek isyan bayrağını çekti.

Mor Çatı, “Türkiye’de kız çocuklarının 13 yaşından itibaren cinsel saldırıya ve zorla evlilik şiddetine maruz bırakılmasının ‘yasal zemini’ hazırlanıyor” diyerek meseleyi çarpıtmayı tercih etti.

Hep aynı terane.

İyi de mesele bunların bahsettiği gibi değil ki? Ortada yaşanan dramlar var. Ve bu sorunun en makul seçenekle çözüme kavuşması gerekiyor. Olması gereken de budur.