Değerler eğitimi başlığı altında okullarımızda yürütmeye gayret ettiğimiz faaliyetler oldum olası içime sinmez. Değerler denilen kavramın iki pano hazırlamak ve şiir okutmakla yavrularımıza kazandırılamayacağını düşünürüm. Yüksek sesle pek dillendirmesem de bu konularda pesimist olmuşumdur. Her ne kadar teoride duruşum değişmese de 15 Temmuz gecesinden sonra değerler konusuna bakış açım iki açıdan değişti.

Bedir, Uhud, Çanakkale gibi manevi boyutları olan savaşları öğrencilerime anlatırken heyecana kapıldıklarını görür ve sorardım “siz olsanız ne yapardınız?” diye. Onlar da en önde atılacaklarını, ölümüne savaşacaklarını söylerlerdi. Açık söyleyeyim bu sözler bana içi boş laflar gibi gelirdi. O öğrencilerimin gerçek hayattaki tavır ve davranışlarını düşünür ve “sizde savaşacak cesaret nerede?” diye iç geçirirdim. Bugün böyle düşünmüyorum. 15 Temmuz gecesi ve ertesi gün gördüklerimden sonra artık “sizde savaşacak cesaret nerede?” sorusunun cevabını biliyorum: “sizde savaşacak cesaret genlerinizde, toplumsal kodlarınızda, imanla nurlanmış kalplerinizde.”. Demek ki bu milletin yedisinden yetmişine “vatan sevgisi” değeri kazınmış. Ne kadar üstü tozlanmış gibi görünse de bir fırtına çıkıp üstündeki tozu kaldırdığında ortaya çıkıveriyor. Vatan için vatan toprağının bağrına yatmak şeref kabul ediliyor. Şimdi biliyorum ki bu milletin evlatları için vatanseverlik değeri, bir değer olarak sahiplenilmiştir.

Fikrimin değiştiği ikinci mesele ise değerlerin çocuklara kazandırılması konusundaki yöntemlerle ilgili. Bu ikincisine değişim yerine “netleşme” desek daha doğru olur. Sorumluluk, çalışkanlık, diğerkâmlık gibi değerlerin öğrencilere nasıl kazandırılacağı ile ilgili olarak yukarıda değindiğim “vatanseverlik” değeri çok güçlü ipuçları veriyor. İnsanlarımız nasıl vatansever oldular, bu değeri nasıl benimsedilerse aynı argümanlarla diğer değerleri de kazandırmamız mümkün.

15 Temmuz gecesi vatan için bedel ödendi. Bunun sonucunda da bu değer zirveye çıktı. Demek ki diğer değerler için de çocuklarımıza bedel ödemelerini göze alacak etkinlikler, yaşantılar, ortamlar oluşturmalıyız. Demek ki değerler zorluk çekmeden sahiplenilmiyor. Demek ki bu konularda çocuklarımıza merhamet göstermek aslında onlara karşı merhametsizlik etmek demek. Örneğin sabır değerini öğrenebilmesi için sabretmediği zamanlarda sıkıntı çekmesi sabretmemenin bedellerini ödemesi gerekiyor. Ders çalışmadığı, annesine karşı isyankar olduğu halde bilgisayarı, televizyonu, son model ayakkabısı, cep telefonu olan bir çocuğun sabrı değil hazcılığı değer olarak benimsiyor. Aynı şekilde çalışmadığı halde sınıf geçen bir öğrenci de aynı şekilde kolaycı oluyor. Bedel ödenmeyen hiçbir değerin değeri olmuyor.

15 Temmuz gecesi sokağa hep birlikte çıkıldı. İnsanlar birbirlerini çağırdı, omuz omuza bağırdı. dedelerden kurtuluş savaşı, babalardan Kıbrıs çıkartması dinlendi. Vatanseverlik destanlarıyla benliklerimiz şekillendi. Demek ki bir değeri kazandırmak için toplum olarak o değeri taşımak, hep birlikte o değeri yaşatmak gerekiyor. O değeri dededen, babadan, ağabeyden, öğretmenden, kısacası tüm toplumdan kolektif bir yaşayışla öğrenmek gerekiyor. Kitaptan, televizyondan veya öğütlerden değer kazanılmıyor.

Biz şimdiye kadar değerlerin teorisine ve felsefesine fazlaca kafa yorduk. Hatta teoriden pratiğe geçmeyi de pek beceremedik. Değer psikolojisi, değer aktarımı, değerlerin oluşumu gibi tez konuları gündemimizi fazlaca meşgul etti. Artık işlerimizi çok daha doğru ve sonuca yönelik olarak tekrar düşünmek zorundayız. Çünkü 15 Temmuz bizim için bir dönüm ve sorumluluk noktasıdır. Eylül ayından itibaren artık Milli Eğitim sisteminin içinde ciddi değerler eğitimi faaliyetleri düzenlenmeli. Artık her ay okullara değer listesi gönderip iki pano, üç şiirle geçiştirilecek bir mesele olmadığı anlaşılmalı. Birinci sınıftan itibaren sosyal faaliyetler arttırılıp okul içi ve dışı değerler eğitimi faaliyetleri düzenlenmelidir. Biz kütüphaneleri bile sınıfa çevirerek hata yaptık. Çünkü eğitim dediğimiz şey dört duvar arasına sığmıyor. Hele değer eğitimi dört duvarın dışında olup bitiyor. Haftalık ders sayısını haftada 20 saatlere indirip gerisini ciddi ve felsefi temellere oturan, toplumun dinamikleri ile uyuşan faaliyetlerle çocuklarımıza değerleri vermeye çalışmalıyız. Hep birlikte ve daima.

Bu noktada son bir hususa da dikkat çekelim. Değer eğitimi bir yönüyle Türkçe eğitimine benziyor. Her Türk çocuğu Türkçeyi ailesinden öğrenir. Okula başladığında ana dili gibi (!) Türkçe konuşur. Okulda dilbilgisi öğrendikçe konuştuğu dilin özelliklerini, güzelliklerini öğrenmeye başlar. Yani dilini okulda öğrenmez; okulda geliştirir. Değerler de böyledir. Değerleri ailesinden öğrenir. Okula başladığında öz değerlerini benimsemiştir. Okulda değerlerini geliştirir, güzelliklerini öğrenmeye başlar. Yani değerleri okulda öğrenmez; okulda geliştirir.

Vakti çok iyi değerlendirmek gerek. Değersiz insanların başımıza neler açtığına baktıkça buna değer diyor insan. Değmez mi?