Cumhuriyetin kuruluş döneminde dünyaca ünlü eğitimci John Dewey Türkiye’ye davet edilmişti. Dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (ki kaleme aldığı “Talim ve Terbiyede İnkılap” kitabı hâlâ eğitim fakültelerinde önemli bir kaynaktır) nezaretinde bir rapor hazırlayarak yeni kurulan Cumhuriyetin eğitim öğretimde yolunu aydınlatması istenmişti.

1924’te hazırlanan bu raporun üzerinde yazan tarihi silin. Üzerine kendi adınızı ve tarih olarak da 2016 yazın. Sonra da sağda solda  “Eğitim-öğretimle ilgili düşüncelerim ve çözüm önerilerim” diye anlatın. Emin olun size “ne aydın adam!” diyecekler. Günümüzün maarif sorunlarını çok iyi tespit ve analiz ettiğinizi düşünecekler. Çünkü o günden bu güne problemler hiç değişmemiş. Değişmemekle birlikte katlanmış ve kökleşmiş.

Peyami Safa’nın 1950 ve 60’lı yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde kaleme aldığı makalelerin toplandığı “Eğitim, Gençlik ve Üniversite” kitabında değindiği maarif meseleleri de aynı John Dewey’in raporundaki gibi hiç eskimemiş. Onlar mı ileri görüşlü ve eskimeyen tespitlerde bulundular, biz mi onlara saygımızdan “aman haksız çıkmasınlar” diyerek problemleri dondurduk? Yoksa bunca yıldır hep yerimizde mi say (dırıl) dık?

Yaşım itibariyle 1980’lerden sonraki eğitim öğretim dünyasını tanırım. O zamandan bu zamana çok müfredat, kitap, yaklaşım gördük. Ama her yaklaşım bizim için hakikatten uzaklaşım oldu. 1980 ve 90’larda öğrencilere çok şey öğretiliyor ve öğrendikleri ile mutlu olması sağlanıyordu. Bilmek üstünlüktü. En azından böyle kandırılıyorduk. Gereksiz bilgiler çöplüğünde en çok çöpü heybesine koyan en iyi çöpçü madalyası alıyordu.

Orta birinci (6.) sınıfa başladığım hafta Matematik dersinde Gauss Yöntemi diye bir konu gördüğümü hatırlarım. Ardışık yüzlerce sayının kısa yoldan toplaması diye özetleyebileceğim bu konuyu öğrenirken “ne işime yarayacak ki?” diye soramamıştım. Çünkü üst akıl bu konuyu “Gavur yapmış!” havasında vermişti. O günden bu güne reel hayatta ardışık bilmem kaç sayıyı toplamam gereken hiçbir kişisel tecrübem olmadı. Ama formülünü hâlâ hafızamın mutenâ bir köşesinde saklarım. Bakarsınız bir gün birilerine hava atma fırsatı çıkar da çakarım diye.

O zamanlar birçok öğrencilerin kafasındaki şu soru öğretmenlere sıkça sorulurdu: “Hocam, gerçek hayatta bu bizim ne işimize yarayacak?”

Ama bu soru ayıp, gereksiz ve münasebetsiz bir soruydu. Cevap olarak da “Siz anlamazsınız. Şimdi öğrenin, ilerde işinize yarayacak” gibi kaçamak yanıtlar verilirdi. İtiraz edilmezdi çünkü o bilgi işe yarardı; not alıp sınıfı geçmeye. Yani bilinç altına kazınan hakikat şuydu: Bilgi, gerçek hayatta işimize yarasın diye değil, not haline gelip bize sınıf geçirsin diye öğrenilir. Bu makyavelist ve pragmatist atmosfer içinde nesiller yetişti.

2000 yılından sonra müfredat yaklaşımlarında ciddi değişimler olsa da öğrencilerin “Bu bilgi bizim ne işimize yarayacak?” sorusunu hâlen ciddiye alan yok. Artık program geliştirenler, politika yapıcılar, eğitim teorisyenleri anlamalı ki bu soru en başından beri eğitim sistemimizin içinde can çekişen öğrencilerin sorduğu en gerçekçi, en duygusal, en içten soruydu. Müfredatlarımız bu soruyu ciddiye alarak yazılmadığı sürece John Dewey ve Peyami Safa ölümsüz eserler ortaya koymuş olmaya devam edecek.

Bu eğitim öğretim yılı, birçok derste ciddi müfredat değişikliklerinin yapılmasının planlandığı bir yıl. Davranış temelli, bilişsel ve yapılandırmacı temelli, beceri temelli derken temelli ipin ucunu kaçırmış durumdayız. Acilen öğrettiğimiz tüm bilgileri “Ne İşe Yarayacak” temelli bir anlayışla tekrar gözden geçirmeliyiz. Öğrencinin pratik dünyasında karşılığı olmayan tüm bilgileri temel eğitim müfredatından çıkarmalıyız. Pratik dünyadan kastım şudur: Eğer temel eğitimde okuyan bir öğrenci eve gidip musluğu açıp, alttan da küvetin tıpasını çıkartıp, musluğa ve gidere sayaç takıp küvetin ne hızla dolup boşaldığını hesaplamıyorsa bu bilginin temel eğitimde yeri yoktur. Aynı şekilde yaşadığı şehirde A ve B noktasından iki aracın hareketinden de pratikte bir fayda görmüyorsa bu bilgi de temizlenmelidir. Üçgenin iç açıları, açıortayları, bölge bölge çıkartılan madenlerimiz, İngilizce dersinde kurtuluş savaşımızın işlenmesi gibi bir çok konuda öğrencilere özgürce bu soru sordurulmalı ve cevabı üzerinde de ciddi ciddi düşünülmelidir. Cevabı müspet olan konuların altını, olmayan konuların üstünü çizin gitsin. Derslerde işlenecek her bir konuyu azami düzeyde öğrencinin günlük hayatı ile ilişkilendirerek vermek; okulu bir angaryahane veya işkencehane olmaktan çıkarıp hayatı kolaylaştıran bir aydınlanma yuvası haline getirmek tek kurtuluş çaremizdir. Çünkü yukarıda bahsettiğim makyavelist ruh öyle bir içimize işliyor ki ahlaklısı da ahlaksızı da aynı pragmatist potada eriyip birleşiyor.

Bizim koltuklarda konuşulan bir ahlaka değil, zorluklarda yolumuzu aydınlatan bir ahlaka ihtiyacımız var. Bunun için işe şu soruyla başlayalım ve devamında da cevabını arayan müfredatlar yazalım: “Hocam! Ahlak gerçek hayatta bizim ne işimize yarayacak?”