20 aylık kötü performansının sonucu olarak görevini bırakmak durumunda kalan bir siyasetçinin ardından olanlar oldu.

Bunun nedenini, içeriğini bir türlü yalanlayamadıkları “Pelikan” adlı bir blog yazısına bağlayan bir kesim büyük bir kinle, Erdoğan’ı destekleyenleri sistematik olarak karalamaya başladı.


Öyle ki “medyadan kökünü kazıyacağız” diyerek yemin etmişler. O dönem FETÖ’nün ürettiği “yandaş, satılmış, uşak, köle ruhlu, biatçi yazar” algısının bir benzerini hatta daha kötüsünü Erdoğan’ı destekleyen yazarlara yönelik üreterek hemen her gün onlara hakaret ediyorlardı.

Amigo kümesi, derinliksiz, seviyesiz, Burgaz’ın Köpekleri, troliçeler, akbabalar, paçoz tipler, paranoyak, şarlatan, çete, tetikçi, üç kuruşa satılmış vs. bunlardan bazıları…

Bugünlerde de “PKK ve FETÖ’den daha tehlikeliler” demeye başladılar.

Davutoğlu’nu, Pelikan adlı blog yazısından önce de eleştirenlerden biriydim. 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan istikşafı görüşmelerinden tutun başbakanlığı döneminde ortaya koyduğu siyasi tavrı ve ahlakı her türlü hakarete ve ithama rağmen eleştirmeye devam ettim.


Öyle ki, 1 Kasım seçimlerinden tam on gün sonra bir yazımda; “7 Haziran'da Türkiye'yi koalisyona mahkûm etme planı tutmayınca bundan böyle çok farklı bir yöntem deneyecekleri uyarısında” bulunmuştum.

1 Kasım'dan hemen sonra “kutuplaşmayı ve gerginliği sona erdireceğiz” diyen Ahmet Bey'i, Erdoğan'ın karşısına ikinci bir lider olarak dikme gayretleri vardı.

Hürriyet, “Yeni bir lider doğdu” şeklinde manşet atarken FETÖ'nün yazarları da “Saray'a rağmen kazandı, yeni bir lider geliyor” şeklinde algı üretmeye başlamışlardı.  Kısacası Türkiye, Ahmet Bey liderliğinde alternatif ikinci bir yol arayışına girecekti.


Erdoğan liderliğinde kendine bir istikamet belirleyen, küresel güçlerin güdümünden çıkarak güçlü, zengin, bağımsız bir ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye'nin karşısına üst akla boyun eğen/teslim olmuş, uzlaşmacı, uyumlu, AB'ci, müzakereci bir Türkiye konulmak isteniyordu.

Tabi bu süreci destekleyen birçok yazar-çizer de bundan ekmek yiyecekti. Bu bakımdan Ahmet Bey ilginç bir biçimde koruma altına alındı ve eleştirilemez bir konuma getirildi. Eleştirenler ve tehlikeye dikkat çekenler ise anında fitneci ilan edildi.

Düşünün, Ahmet Bey'in fahri danışmanlığını yapan ve CHP ile koalisyonu önererek her fırsatta Erdoğan'ı ve danışmanlarını yerden yere vuran Mahcupyan'ı eleştirenler bile fitnecilik yapmakla suçlanmıştı.


Yapılan eleştiriler, AK Parti'ye ayar vermek olarak takdim edildi ve hemen susturuldu. Sosyal medyada bir taraftan PR çalışmaları yapılırken diğer taraftan da Erdoğan'ı destekleyen insanlara dönük fitne adı altında Gezi'de dahi görülmemiş tuhaf linç kampanyası yürütüldü. Ne var ki bir avuç cesur yazarın eleştirileriyle deşifre olan ve iş üstünde yakalanan bu büyük organizasyon çöktü.

Hatırlayınız, o dönem “yüreği boyundan uzun adam”, “WeLoveDavutoğlu” gibi tuhaf kampanyalar icat ediyorlardı. Ahmet Bey’in görevi bırakmasının ardından da kendi dar dünyalarında küçük iktidar alanları yaratan bu kesim, iflas etmiş tüccar misali çaresizlik içerisinde kıvranarak türlü bahaneler bulmaya başladı.

Bu tayfanın gerçekte planı şuydu; “İçeriden CHP ile kurulacak bir koalisyon yükselen kutuplaşmayı minimuma indirecek, başkanlık sisteminden vazgeçilip ülke Davutoğlu'nun liderliğinde daha yumuşak ve entelektüel bir zeminde yoluna devam edecekti.”  Eh, bunun için her yıl çocuklarıyla birlikte Hint Thaipusam ayinine ve kültürel şölene katılan Ahmet Bey’den daha iyisini mi bulacaklardı.

Bu yangını ancak Davutoğlu söndürebilirdi. Nasıl olsa “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde Kuzey Suriye’de bir Kürt devletçiği projesi de adım adım gerçekleşiyordu!  Yani küresel sistemle de bir sorun yaşamayacaktık.


Kısacası “Strasbourg’dan dönen bir avuç Türk çocuklar gibi şendik” kıvamında kaymak gibi bir ülkemiz olacaktı. Ah, o dönem bir uzlaşabilseydik!

7 Haziran’dan sonra CHP’nin koalisyon şartlarından biri de; “17-25 Aralık’la ilgili dosyaların yeniden açılması ve Cumhurbaşkanı’nın durumunun yeniden görüşülmesi” idi. Hatırlarsanız Abdullah Gül de o günlerde derin üzüntü içerisinde olduğunu ifade ettikten sonra güçlü bir hükümetin kurulması için Almanya’da kurulan koalisyonu örnek göstererek AKP-CHP koalisyonunu işaret etmişti.

O gün koalisyon planları boşa çıkan AKP’li fırıldakların bugün dahi kızgınlığı bu yüzdendir. Erdoğan’dan nefret etmelerinin bir nedeni de budur. Çünkü Erdoğan hem Suriye’de küresel sistemle kurulan masayı yıktı hem de koalisyon planlarını altüst etti. “Yapma be reis” deseler de Erdoğan kararlıydı.

Ancak bizler, 7 Haziran’dan sonra “Yeni Türkiye’yi Kasımpaşalı Erdoğan değil ancak akıllı AKP’liler inşa edebilir” şeklinde özetlenebilecek tuhaf algı operasyonlarına da göğüs germiştik.

Kutuplaşmanın ve gerginliğin ancak CHP koalisyonuyla sona erebileceğini savunan bu insanlar Erdoğan’ın karşısına Davutoğlu’nu koyarak adım adım emellerine ulaşmayı planlıyordu.


Sırf bu algıya hizmet etmesi için kurdukları bir gazetede son 17 yılın kazanımlarını Erdoğan’ın ismini dahi zikretmeden yazma hünerlerini sergileyebilen bir de kadro kurdular. 

Örneğin AP Başkanı Martin Schulz’un “Biz Erdoğan'la anlaşmadık, biz Davutoğlu yönetimindeki hükümetle müzakere ediyoruz" sözlerine ülkenin başbakanının sessiz kalıp bir tepki vermemesini de eleştirdik. İlginçtir, o dönem bir avuç ehl-i vicdan sahibi yazar dışında kimse Erdoğan’ı dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı makamını yok sayan Schulz’a neden cevap verilmediğini de sorgulamadı.

Bakmayın siz bugün, sıklıkla Ahmet Davutoğlu yazısı yazmalarına! O gün bir avuç cesur yazar dışında kimseden tek bir ses çıkmıyordu.

O günlerde; “Bunun 3-5 tane sanal şarlatanın ve yazarın çektiği bir operasyon olduğu algısını üretenlere, verilen bu samimi mücadeleyi fitnecilik ve ayar çekmek olarak pazarlayan menfaatperestlere, AK Parti yara aldı, milletin kalbi kırıldı diyen liberal zevata, İslam dünyasına yazık oldu diye haykıran ağlak tiplere aldırmayın demiştim çünkü gerçekte büyük bir tehlikenin eşiğinden döndük.”

Bugün “Pelikan” diyerek ortalığı ayağa kaldıranlara aldırmayınız. Onlar “Erdoğansız bir Türkiye” istiyor. Onlar bağımsızlık mücadelesi veremeyecek kadar korkak, omurgasız bir taife.

Ne yani AB ile vize serbestiyeti karşılığında tekrar masa kurulmasına müsaade mi etseydik. Uzlaşma kampanyalarına ortak mı olsaydık? Hemen her gün Erdoğan'ı aşağılayan art niyetli, kinci, kibirli yazarlarına ses çıkarmasa mıydık?

Teröre yardım ve yataklık eden 5 tane milletvekilinin dokunulmazlığını bile kaldıramayan bir iradeyi ayakta mı alkışlasaydık? Ülkenin tereyağından kıl çeker gibi küresel sisteme teslim edilişine seyirci mi kalsaydık? Ülkesini seven hangi vicdanlı insan buna müsaade ederdi?

Bugün de etmeyeceğiz. Bizler Erdoğan’ın onurlu mücadelesine ortak olup ülkemizin bağımsızlığı için savaşmayı tercih ediyoruz.