Kaç kere dilimin ucundan döndü ismin, bir bilsen. Arkadaşlarım gibi sana seslenmeyi, sesimi duyurabilmeyi çok istedim. “Ben de burdayım” diye haykırmayı düşledim. Ama o kadar azdı ki kelimelerim, sana yeter mi bilemedim. Ben hep içimden konuştum seninle, sesim sana ulaştı mı, kestiremedim.

 

Yüzüne baktım umutla, belki beni de görürsün diye; sen, sorduğun soruya cevap verenleri gördün. Başımı uzattım parmaklarının arasına; sen, ödevini yapanların saçını okşadın. Tam parmak kaldırıp bildiğim iki kelimeyi söyleyecekken; sen, zekasını çoktan sergilemiş olan arkadaşımı alkışladın.

 

Ben utandım, daracık zihnimin kısacık cümlelerinden. Her gün biraz daha sustum. Göze görünen öyle çok parlak akranım vardı ki, ben biraz daha soldum. Onlar gözlerde büyürken, ben köşelerde sindim, küçüldüm. Yaptığım hiçbir şey içime sinmeyince, hiçbir şey yapmaz oldum. Görülmediğim için, görünmez olmayı daha kolay buldum.

 

Nerden bilirdim senin benim için bunca tasalandığını? Umudum kırılmasın diye tek kelime etmeden, ağzımdan çıkacak kelimeler için umutlandığını… Sana bir adım atayım diye kollarını açtığını… Ördüğüm duvarları aşamadığın için sabrının sınırlarında dolaştığını…

 

Hani sınıfta herkesin çok eğlendiği bir oyun oynarken, beni arka sıraların kuytularında bulup, dalgın halime inanamayarak “Yine hangi alemlerdesin?” diye sorduğun gün vardı ya… Ben yine ölüm sessizliğinde gizlemiştim gözlerimi senden. Sınıfta değildim ki ben, o sıralarda. Sabah annemi yaka paça dövüp giden babamın ardında kalmıştı gözlerim. Anneme atılan tokat, benim yüzümde patlamış, acısı hala geçmemişti.

 

Sen bu suskunluğa suskunlukla cevap vermiştin. Ben ilgisizliğinden sanmıştım. Oysa sen her yanımdan dökülen acımı çoktan anlamıştın. Dokunsan ağlayacağımı bildiğin için, beni kendime bırakmıştın. Ama yanağımı okşamıştın ya, o tokadın acısını çekip almıştın.

 

Hani okulların açıldığı ilk hafta boyunca deftersiz, kalemsiz gelmiştim okula. Sen sebebini sorduğunda defterlerimin henüz hazır olmadığını, kalem kutumu evde unuttuğumu söylemiştim.

 

Sen her gün aynı yalana kanmayı tercih etmiş; kızmadan, bıkmadan bana bir defter, bir kalem ödünç vermiştin. Ta ki bir hafta sonra çantamda hiçbir şey eksik kalmayana dek, ailemin alamadıklarını tamamlayana dek vermeye devam etmiştin. Bana asıl verdiğin neydi biliyor musun? Gururumdu… Asıl tamamladığın; eksik, ezik yanlarımdı.

 

Hani herkesin evinden getirdiği yiyeceklerle yaptığımız yerli malları günü vardı ya… Ben kek getirecektim, annemin elinden. Onun günlerdir evde olmadığını söyleyemedim, nerden bilecektin? Herkes getirdiklerini birbiriyle paylaşırken, ben kimseye bir şey veremedim. Önüme mecburen konulan hiçbir şeyi de yiyemedim. “Dünden beri açım” diyemedim.

 

Sen ortalıktan kaybolunca sevindim, yemeyişimin nedenini sormazsın dedim. Ama sen elinde bir paket kekle çıkageldin. Annemin bu yeni çıkan keklerden alıp bize getirdiğini söyledin. Sınıfta kopan sevinç çığlıkları arasında, benim teşekkür eden fısıltımı duydun mu, bilemedim.

 

Şimdi söylüyorum işte: Teşekkür ederim öğretmenim!

Beni kendi evladın gibi gördüğün için…

Bir yabancıyken, hayatıma en güzel yerinden girdiğin için…

Beni benden fazla sevdiğin için…

Kendimden beklemediğim kadar bana güvendiğin için…

Saçmaladığım zamanlarda bile beni sonuna kadar dinlediğin için…

Söyleyemediklerimi gözlerimde gördüğün için…

Bitiremediğim cümleleri tam da benim gibi tamamladığın için…

Geleceğe dair içime kocaman bir ışık yaktığın için…

Sırlarımı benden bile sakladığın için…

Beni ben olarak kabul edip değer verdiğin için..

Hep önümde, yanımda, arkamda durduğun için…

TEŞEKKÜR EDERİM.

 

Ben senin yüzlerce öğrencinden biriyim sadece. Belki yüreğinde, hafızanda bir izim bile kalmayacak. Ama bil ki, sen her zaman benim kahramanım olacaksın. Belki bir gün ben de bir öğretmen olursam, sınıfımın her köşesine senin görmeyi bilen gözlerinle bakacağım. Karşılıksız verdiğin, yüreğime ektiğin sevgiyi minicik hayatlara paylaştıracağım. Ve en büyük hayalim nedir, biliyor musun: Ben büyüyünce, SEN olacağım.

 

Hatice TOKDEMİR