Yaz tatili, her ne kadar uzun gibi görünse de üç günlük dünya göz önüne alındığında çok kısadır. Biz öğretmenler için Haziran ayının sonundan Eylül ayının başına (arasında sadece birkaç gün olduğundan) çok çok çabuk ulaşılır.

Eylül ayının ilk gününden itibaren mesaisi başlayan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri için bu yıl seminer dönemi diğer yıllardan epey farklı. Zira Haziran ayının seminer döneminde (İlçe zümre toplantıları tarzında) toplanarak ders müzakereleri yaptılar. 40 saatlik seminer süresince raporlar yazdılar, kişisel gelişimlerine yönelik konuşmacıları dinlediler.  

Haziran seminerlerinin başlangıcında öğretmenlerin çoğunda aynı tereddüt vardı. “Ne yapacağız?, Ne işe yarayacak?, Yazıp çizdiklerimiz yerine ulaşacak mı?, Daha önce de yazdık ama bir şey olmadı…” gibi şikayetlerle başlayan seminer dönemi birçok öğretmeni tatmin edecek derecede verimli geçti. Çünkü beklenenin aksine toplantılarda fikirleri tartışma, farklı düşünceleri dinleme, dertleşme ve yeni düşünceler üretme fırsatı doğdu. Belki de Din Öğretimi Genel Müdürlüğü Seminer programını düzenlerken güttüğü birincil amaç bu değildi ama öğretmenleri tatmin eden yönü, rapor yazmaktan öte bu yönüydü. Seminer programını tamamlayıp yaz tatiline çıkarken de, Eylül ayında da bu tarz bir seminer döneminin onları beklediği söylentisiyle vedalaştılar.

Eylül ayında göreve başladığımızda karşılaştığımız seminer programı ise ilk bakışta “Haziran ayının aynısı mı?” sorusunu sorduruyor. Zira Ankara’dan gönderilen üst yazıda bunun ciddi ipuçları var.  Yazıda, Haziran ayında öğretmenlerin yazdığı raporların Ankara’da birleştirildikten sonra tek rapor haline getirildiği, Eylül ayı seminer programında da bu tek raporun değerlendirilmesinin istendiği belirtiliyor. Tek rapor haline getirilen rapor sonuçta öğretmenlerin yazdığı rapordur. O görüşlerin tekrar geri gönderilerek iki haftalık bir sürede değerlendirilmesinin istenmesi ne kadar verimli bir çalışma ortaya çıkartacaktır? Seminer programının ilk günlerinde öğretmenlerin aklındaki soru bu. İddialı konuşmayalım, belki de Haziran dönemindeki gibi çok verimli geçer bu iki hafta. Bundan da mutluluk duyarız.

Seminer programının resmi yazısında Haziran dönemi ile ilgili iki ifade dikkati çekiyor. Bir yandan öğretmenlerin özverili bir şekilde çalıştığı belirtilirken bir paragraf sonrasında ise “bazı illerde raporların istenilen düzeyde hazırlanmadığı” vurgulanıyor. Eylül ayı çalışmasının Haziran formatında yapılması, “Ankara Haziran raporlarını beğenmedi” şeklinde yorumlanabilir. Ancak Haziran’da istenildiği şekilde çalışmayan öğretmenlerin Eylül’de “verimli” çalışacaklarının beklenmesi de biraz “beklenmeyecek” bir şeydir. Bu söylediğim üzücü ama maalesef mevcut durumu da görmezden gelemeyiz.

Seminer döneminin ilk gününde öğretmenler, Hz.Muhammed’in Hayatı ders dosyasını müzakere ettiler. Ankara’da birleştirilen raporların tek dosya halinde özetlenmesi şeklinde olan ders dosyasını ilk incelediğimizde olumlu bir hava olduğu görülüyor. Özellikle “Müfredat programı genel anlamda ortaokul ve liselerde verimli geçmektedir” ifadesi bu anlamda önemli.

Ancak burada değinilmesi gereken önemli bir nokta var. Bu raporlar İl Milli Eğitim Müdürlüklerinde birleştirilirken acaba içeriklerine müdahale edilecek şekilde kısaltmalara, çıkartmalara uğramış mıdır? MEM’lerde kurulan komisyonlarda raporlar birleştirilirken öğretmenlerin bazı fikir ve görüşleri elenmiş midir? Ankara’ya gidecek olan raporlarda olumsuz bir hava olması halinde bu olumsuzlukların hesabının sorulacağı endişesi bu işlemlere sebep olmuş mudur? diye sormadan edemiyor insan. Aynı müzakere dosyasında yer alan şu ifade de bu şüphelere ayna tutar nitelikte: “Dersin programı daha önceki yıllara göre daha somut ve güncel konularla daha uyumlu olduğu tespit edilmiştir”. Bildiğimiz kadarıyla Hz.Muhammed’in Hayatı dersinin programı,  dersin okutulmaya başlandığı yıldan beri hiç değiştirilmemiştir. Kastedilen şey ders kitaplarıysa dersin programı değil “ders kitapları” ifadesi kullanılmalı; ancak değişmemiş bir öğretim programının nasıl olup da “önceki yıllara göre daha uyumlu” hale geldiği sorgulanmaya değer.

Burada amacımız, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nde özveri ile gece yarılarına kadar çalışan arkadaşlarımızın, büyüklerimizin emeklerini görmezden gelmek değil. Sadece bir ihtimali hatırlatmak istiyoruz. Taşradaki öğretmenlerimizin gerçek fikirlerinin alınabilmesinin en iyi yolunun onlarla direkt temasla olabileceğini ifade ediyoruz. Bunu yaptıklarını da biliyoruz. Ne var ki araya başka filtreler koyarak görüş almanın çoğu zaman gerçekleri, renkleri, kokuları soldurduğunu da hatırdan çıkartmamak gerekir.

Her eleştiri, peşinden natif fikirler sunabildiği ölçüde yapıcıdır. Bu nedenle bizim de bir şeyler önermemiz beklenmelidir. Örneğin Haziran ayında tüm öğretmenlerin katılımıyla oluşturulan raporların değerlendirilmesi daha dar ve işin ayrıntılarına vakıf bir eğitimci kadrosu ile değerlendirilebilirdi. Böylece tekrar tüm öğretmenleri bu işin içine katmaya gerek kalmazdı. Onlar da (daha önceki yıllarda yapıldığı gibi) uzaktan eğitim şeklinde bir TV programı ile bu raporların müzakeresi konusunda bilgilendirilebilirdi. Şu haliyle biraz aceleyle kaleme alınmış gibi görünen ders dosyaları, biraz daha özenli bir şeklide hazırlanıp kitapçık haline getirilebilir, öğretmenlere ulaştırılması sağlanabilirdi.

Hz.Muhammed’in Hayatı dersi hakkında “alışılmış ve kalıplaşmış anlatım ve üslupların dışına çıkılmalı, öğrencinin ilgisini çekecek şekilde ders anlatılmalıdır” görüşü kabul görüyor. Bu görüşü seminer programları ile ilgili de söyleyerek yazıyı bitirelim. Farklı olabilmesi istenen öğretmenlerimize alışılmış ve kalıplaşmış seminer programlarından farklı, öğretmenlerin ilgisini çekebilecek seminer programları ile ulaşılmalıdır. Belki de bunun nasıl yapılabileceği konusu üzerinde daha fazla yoğunlaşılmalıdır.

Hayırlı, bereketli ve öğrencinin kalbine dokunabileceğiniz bir eğitim öğretim yılı diliyorum. Rabbim hiçbirimizi utandırmasın.