Bu aralar bize “bir yaşıma daha girdim” dedirten o kadar çok olayı peş peşe yaşıyoruz ki adeta ömür içinde ömür yaşıyoruz.

Aklı başında ve sorumluluk hisseden her Müslüman alimin bahsettiği şu gerçek zihinlerimizde Karadeniz gibi çırpınıyor: “Peygamberler dışında hiç kimse günahtan korunmuş ve hatasız kabul edilemez”. Bu ilkeye teoride karşı çıkan pek olmasa da uygulamalara ve defakto duruma baktığımızda epey revaçta olduğunu da görüyoruz. Hemen hemen her cemaat veya dini grup pratikte önderini hatadan arınmış kabul ediyor.

Bu kabul, Gülen cemaatinin FETÖ’ye evrilmesi ile çok ciddi ve ses getiren bir yara aldı. Cemaatin en dışından en iç halkasına doğru “Hoca Efendi, Efendi Hazretleri, Mübarek, Üstat, Mehdi” gibi sıfatlarla anılan, Peygamber Efendimizle istişare ettiği, gaybı bildiği konuşulan bir zatın aslında öyle olmadığı ayan beyan ortaya çıktı. Hatta daha da vahimi herkesi yıllardır kendi kirli emelleri için kullandığı anlaşıldı. O cemaatin dışındakiler her türlü eleştiriyi yaparken, içindekiler de yaşadıkları şokun etkisi ile kalakaldılar.

Burada önemle üzerinde durulması gereken bir husus var. Cemaatin içindeki sorgusuz itaati, lidere verilen sınırsız kredi ve duyulan güveni eleştirenlerin bazıları aslında aynı duygu ve tavırları kendi hayatlarında sergilediklerini pek sorgulamak istemiyorlar. A cemaatinin sempatizanlarını aklını kiraya vermekle eleştiren B cemaati sempatizanı eğer kendine dönüp bir öz eleştiri yapmıyorsa herhalde aklını kiraya vermiş olmasındandır. Bu bağlamda her Müslüman kendine, çevresine, güven duyduklarına yönelik bir iç muhasebeye girmek zorundadır. Aksi taktirde biz bu toplumsal savrulmaları daha çok yaşar ve ümmet hayaline uzaktan iç geçirmeye devam ederiz.

Müslüman’a düşen kendini kimsenin aklına teslim etmemektir. Ancak bu seviyeye ulaşabilmiş bir Müslüman şahsiyeti yetiştirmek de özenli bir eğitim süreci gerektirir. İslam dünyasında imanın iki tipinden bahsedilir. Bir grup Müslüman taklidi imanda, daha seçkin diğer grup Müslüman da tahkiki imanda sayılır. Okuma yazması olmayan, bilgiye ulaşması hem fiziken hem de zihnen mümkün görünmeyen avam için alimleri taklit etmeleri ve İslam’ı ihlasla yaşamaları caiz görülmüştür. Bu Müslümanlar taklidi imanla (inşallah) cennete giderler. Ancak okuyan, yazan, kafa yoran, bilgiye ulaşmada engeli olmayan Müslümanların cennete gitmeleri tahkiki imanla olur. Bu grup için taklit caiz değildir. Şimdi bir düşünelim. Günümüzde okuma yazma bilmeyen, bilgiye ulaşması hem fiziken hem de zihnen mümkün görülmeyen Müslümanların oranı yüzde kaçtır? Özellikle Anadolu coğrafyasında bu durumda olan kaç Müslüman vardır? Avam taklidi imanla yetinebilirler ancak diğerleri mutlaka akıllarını kullanmalı, okumalı, öğrenmeli ve Allah’ın ipine kendi elleriyle tutunmalıdırlar.

Son gelişmelerden sonra şu soruyu kendimize soralım: Dini önder olarak kabul edilen kişiler mutlak manada zararsız mıdır? El cevap: Hayır. Söylediklerinin yegâne hakikat olduğunu iddia ediyorsa, çevresinde onun görüşlerine eleştirel bakanlar barınamıyorsa, sohbetlerde ve kitaplarda Kur’an ve Peygamberden daha çok o önderden bahsediliyorsa o cemaatin, grubun veya tarikatın İslami dinamiklerinde ciddi sorunlar vardır. Bunu tespit edip tavır belirlemek de aklı başında her Müslümanın vazifesidir.

Günümüzde her Müslümanın artık temel düzeyde İslami bilgi sahibi olma sorumluluğu vardır. Bu nedenle iyi bir ilmihal bilgisi, temel konularda ayet ve hadis bilgisi sahibi olma ihtiyacı hissetmeden dini bir gruba dahil olmak en hafif tabirle tehlikeli bir macera olur. Zira sahip olduğu temel dini kaynaklara göre anlatılanları tahlil edemeyenler, anlatılanlara göre temel dini kaynakları tahlil etmeye başlarlar. O zaman da din, yavaş yavaş Allah’ın dini olmaktan çıkarak cemaatin dinine evrilir.

Yani artık ayan beyan ortaya çıktı ki her duyduğuna acaba demek ve her işittiğinin papağanı olmamak gerek. Peyami Safa bir köşe yazısında şöyle diyor: “Her okuduğunuz kitabın nihayetindeki “Son” kelimesini siliniz ve yerine “Acaba” yazınız.

-SON-