İnsanoğlu daha tek bir hücre halindeyken bile, gezinmeye başlar, bağlanacak ve yaşayacak bir yer bulabilmek için. Bu gezinti çok uzun sürmez, kendine uygun kuytu ve sıcak bir köşe bulduğunda gelişmeye başlar; ama büyüdükçe bağlanma ihtiyacı da artar. Gelişmiş bir fetüs, artık göbek bağıyla bağlıdır annesine. Tüm ihtiyaçlarını bu bağ sayesinde karşılar. Günün birinde artık dışarı çıkmak ister ve çıkar çıkmaz da bu bağı kesiliverir. İnsanın en dramatik ayrılığı olduğu söylenir, bu “bağ kopmasının”. Ancak boş durmaz insanoğlu. Avazı çıktığı kadar ağlamaya başlar, yeni geldiği bu dünyada. Belki de bu, yeni bir bağlanma ihtiyacının dışa yansımasından başka bir şey değildir. Nitekim öyle de olur; çevresindekiler hemen onu alır, annesinin kucağına verir ve böylece anne ile bağlantısı, farklı bir şekilde de olsa sürdürülür. Kendi kendine yetebilecek konuma gelinceye kadar, yıllarca sürecek bir bağlılık öyküsüdür bu. Tüm ihtiyaçları, başkası tarafından karşılanmak zorundadır. Hem o hem de çevresi çok iyi bilir ki, bağlantısı kopardığı anda hayatta kalabilmesi mümkün değildir. Çocukluktan çıkıp gençliğe adım attığında bağlanabileceği şeylerin sayısı da artmaya başlar. Annesine ve babasına bağlılığı devam etmekle birlikte, okula da bağlanabilir, spora da bağlanabilir, karşı cinsten bir arkadaşa da bağlanabilir.


  Okuluna bağlı, derslerine bağlı olan çocukları severiz, överiz, destekleriz. Okul biter, iş hayatına atılır. Bu kez işine bağlı olmasını isteriz. Sık sık iş değiştirenlere pek hoş gözle bakmayız. Onu besleyenlere, büyütenlere, destekleyenlere karşı bağlı olmasını, saygı göstermesini isteriz.  İşine ve eşine bağlı olanları severiz. Ülkesine bağlı olanları, ülkesi için çalışanları, yararlı işler yapanları severiz. İnançlarına bağlı olanları takdir ederiz. Ve bir gün bu dünyadan göçtüğünde, arkasından ağlayanların sayısına bakıp, “ne kadar da çok bağlısı varmış” deriz. Hayatımız hep bağlanmakla geçer. Bir bağlantı biterken bir diğeri başlar…


Psikoterapist Çiğdem Alper şöyle anlatıyor: “Bağımlı kişilik bozukluğu, başka birinin desteği ya da yardımı olmadan hiç bir şey yapamama olarak tanımlanabilir. Ergenliğin ilk zamanlarında ortaya çıkan bu rahatsızlığın temelinde kişinin başkası tarafından korunma ihtiyacı ve bağımsız olmaktan korkması yatar. Bağımlı kişiler genelde yalnız kaldıklarında aşırı derecede rahatsızlık hissederler, çoğunlukla depresyonda ve gergindirler. Bu kişiler kendi yeteneklerine güvenmezler ve başkalarının her zaman daha iyi fikirleri olduğunu düşünürler. Birisinden ayrıldıklarında ya da kaybettiklerinde çok büyük acı yaşarlar ve ilişkilerini devam ettirebilmek için her tür koşula ve duruma katlanabilirler. Bu kişiler genelde bir başkası için kendi ihtiyaçlarını bir tarafa bırakır, kendilerine yönelik kötü davranışlara katlanır ve kendilerini ifade etmekte zorlanırlar. Çoğunlukla kontrol eden, zorba, aşırı korumacı ve çocuk gibi davranan insanlarla birlikte olurlar.

Bağlanmak iyi, hoş ve güzel de, bağımlılık kötü mü? Bağımlılık, bağlantının patolojik hali, istenmeyen durumu, uç noktası. Anneye bağlı olmak güzel de, anneye bağımlı olmak güzel değil. Özgür olmak güzel de, esir olmak hoş değil. İnsanın eşini sevmesi güzel de, bağımlı olması güzel değil. Yemek yemek güzel de, yemeğe bağımlı olmak istenir değil. Yemek yemek için başkasına bağımlı olmak hiç güzel değil. Yürümek için başkasına bağımlı olmak da hiç güzel değil. Çevreyi algılamak için başka bir şeye bağımlı olmak hiç de arzu edilen bir şey değil. Hayattan zevk almak güzel de, zevke bağımlı olmak, hayatı zevk üzerine inşa etmek güzel değil. Temiz havaya bağlıyız ama sigaraya bağımlı olamayız. İşimizi bilgisayarda, internette yapabiliriz ama internete bağımlı olamayız. İşimize bağlı olabiliriz ama koltuk bağımlısı olamayız, olmamalıyız. Hayattaki hedeflerimize bağlı olabiliriz ama ihtiraslarımıza ve sabit fikirlere bağımlı olamayız, olmamalıyız. Kısacası, bağlı olmak güzel de, bağımlı olmak, hele hele patolojik derecede patolojik şeylere bağımlı olmak hiç de güzel değil. Ne dersiniz? ([email protected])