Çocuklarımızı içinde doğup büyüdükleri dünyadan soyutlayarak yetiştirmek mümkün değil. Zaten bu yüzden Jean-Jacques Rousseau’nun Emile ile kurguladığı meşhur eğitim felsefesi sadece bir hayal olarak kaldı. Televizyon, internet ve akıllı telefonlar tarafından kuşatılan yavrularımız için yapabileceğimiz en mantıklı şey çocuklarımızı bilinçsiz bir tüketici değil, bilinçli birer kullanıcı olarak yetiştirmek.

Sinema sektörü peşpeşe animasyonlarla evlatlarımızın dünyasına giriyor. Her bir yapımda da iyisiyle kötüsüyle sayısız mesaj çocuklarımızın zihnine yerleşiyor. Bu mesajları yakalamak, gereken önlemleri almak ise biz büyüklere düşüyor. Bu bakımdan ben diyorum ki; yeni bir film çıktığında çocuğunuzu filme arkadaşları veya kalabalık bir sınıf grubu ile göndermeyin. Öncelikle birlikte gidin. Nasıl ki çocuğunuzun arkadaşlarını tanımayı önemsiyorsunuz, sinema salonunda nelerle muhatap olduğunu da önemsemelisiniz.

Göz alıcı animasyon filmlerinin son ürünlerinden birine gittik geçen gün. Önceki bölümleri ile ilgili eleştirilerim olsa da benim de özel olarak takip ettiğim bir film olduğu için beş kişi için yüz liranın üzerinde bir bedel ödemeyi göze aldım. İlk sahnesinden itibaren de üzerinde özel olarak durulması gereken ve ciddiyetle eleştirilecek noktalar taşıyan bir film olduğunu fark ettim.

Öncelikle velilere tavsiyem, bu filmi çocuklarınıza izletirken iki kere düşünün. Zira önceki filmlerinden daha farklı bir zihinsel alt yapı içeriyor. İki saatlik bir filmde zevkli vakit geçirebilirsiniz ancak tek bir cümle veya sahne, Müslüman bilinci ile yoğurmaya çalıştığımız çocuklarımıza zehrini akıtmaya yetiyor.

Filmin başında, buz devrinde buzullar arasından çıkan uzay gemisi, Varoluş felsefesinin son devirlerde sıkça dillendirilen bir iddiasını canlandırıyor. Erich von Däniken’in “Tanrıların Arabaları” kitabıyla dillendirilen ve dünya medeniyetini uzaylıların kurduğu fikri bu çocuk animasyonunda bolca işleniyor. Ancak değişik bir üslupla. Hem eğlenceli, hem ürkütücü sahneler çocuğun düşünmesine fırsat vermeden işini görüyor. Ürkütücü dedim çünkü filmin başında 5 yaşındaki kızım neredeyse gözlüğünü çıkartıp salondan kaçacaktı. Eğlenceli dedim çünkü kaçmadı. Animasyon filmlerinde son zamanlarda başarıyla kullanılan korkutucu sahneler, çocukların filmi yalnız izlemeleri halinde kalıcı korkulara sebep olabilir.

Filmde İslam itikadına (inanç sistemine) aykırı birçok unsur da yer alıyor. Filmin bir sahnesinde, uzay gemisi gök taşının dünyaya düşmesine yanlışlıkla engel oluyor. Dünyadakilerden biri de “Yukarda bizi seven biri var!” diyor. Ancak hemen peşinden başka bir gök taşı belirince de “Yukarda bizi seven biri yok!” diye bağırıyor. Filmin içinde senaryonun bir parçası gibi yerleştirilmiş bu cümlelerin aslında kasıtlı olarak yazıldığından şüphem yok. Bu kurgu, en azından zihinlere şüphe yerleştirmeyi amaçlıyor gibi görünüyor. Filmin başka bir sahnesinde “Biliyordum! Cennet diye bir şey yok!” diye bağıranlar da aynı dişlinin parçaları.

Buz devri filminin önceki bölümlerinde de göze çarpan bir konu da kız çocuk ve ebeveyn ilişkileri. Aslında bu çatışmalı ilişkiler birçok çocuk ve gençlik filminde işleniyor ve çocuklara özgürlük gibi dışı tatlı, içi acı bir şeker veriyor. Filmde Şeftali adındaki ergen kız sürekli ailesiyle çatışıyor ve özgürlüğüne vurgu yapıyor. Bu bölümde ise durum biraz farklı. Çünkü Şeftali artık evlenmek üzere. Buraya kadar her şey yolunda ancak evlenmek üzere olan Şeftali evliymişçesine nişanlısının (veya sözlüsünün (veya flörtünün)) burnunun dibinden ayrılmıyor. Türk toplumunda görmeye hiç alışık olmadığımız şekilde anne babasının yanında müstakbel kocasıyla sarmaş dolaş dolaşıyor. Bu haliyle Şeftali’nin, filmi izleyen gençlere hiç de güzel bir model sunmadığı ortada. Aslında bu anlattıklarımı epeydir TRT’de çok izlenen bir dizide uzun süredir görüyoruz. Zengin Kız Fakir Oğlan dizisinde de işadamı Kemal Bey, kızlarının sözlüleri ve nişanlılarının eve teklifsiz girip çıkmalarına; hatta üst kata yatak odalarına girmelerine bir şey demeyerek bizim gelenek, görenek ve inançlarımızı zorluyor. Buz Devri filminde bunun sadece ecnebicesine şahit oluyoruz.

Aileler bu tür filmleri izleyici gibi değil, bir müfettiş gibi izlemeli. Benim bahsettiğim konularda “ne var bunda” diyenler olabilir. Onlara söyleyecek sözüm yok elbette. Ancak çocuklarının terbiyesine, ahlakına, Müslümanca yetişmesine önem verenler için bu, yemek kadar, içmek kadar önemlidir. Mutfakta çocuğumun midesine helal lokma insin diye çırpınırken zihnine haram fikirler inmesine kayıtsız kalmak olmaz.

Bu tür filmleri sinema salonunda izlerken anlık olarak müdahale etmek mümkün olmuyor. Bu yüzden filmden çıkınca en kısa zamanda çocuklarla birlikte tahlili yapılmalı. Mesela filmden çıktıktan sonra (burası büyük ihtimalle bir AVM'dir) bir kafeye oturup çocuklarla film üzerinde kısa bir sohbete koyulmak faydalı olabilir. Mesela "filmde en sevdiğin sahne neydi, neler hoşuna gitmedi?" diye sorarken problemli noktaları düzeltme fırsatı bulunabilir. Filmi evde izliyorsanız daha rahat bir ortam olacağı için sakıncalı gördüğünüz noktayı anında düzeltebilirsiniz. Ancak bu tür "anında düzeltmeler" bazen çocuklarda kontrolsüz eleştiri davranışına dönüşebiliyor. Bu nedenle filmin sonunu görüp eleştirileri bütünün üzerinden yapmak daha sağlıklı sonuçla doğuracaktır.

Allah hepimizin çocuklarını doğru yolda kalabilen, Müslümanlara önder nesillerden eylesin.