Okulda 11 saat derse girdiğim bir gündü.

Hem bedenen, hem de zihnen çok yorulmuştum.

Kendimi bir an evvel eve atıp, bir duş aldıktan sonra yatağıma uzanıp derin bir uykuya dalmayı hedefliyordum.

Gün boyu dersten derse koşuşturmanın verdiği telaş ve yorgunlukla öğle yemeğini yemeye bile fırsat bulamamıştım.

Eve vardığımda açlık sancıları midemde kramplar oluşturuyordu. Önce karnımı doyurmaya karar verdim.

Evde hazır bir şeyler vardı. Ocağa koyup altını açtım ve evimin karşısındaki fırını arayıp ekmek istettim. Birkaç dakika sonra kapım çaldı. Açtığımda 15–16 yaşlarında bir genç sıcacık ekmeği bana doğru uzatıyordu.
Fırında çalışmasına rağmen; bakımlı, giyimi ve kuşamı düzgün olan, üzerinde herhangi bir un, hamur vb bir leke olmayan bu genç dış görünüşü ile oldukça dikkatimi çekmişti.

Hem bir eğitimci olduğum, hem de bugüne dek fırında çalışan hiçbir gencin bu denli temiz ve bakımlı bir elbiseyle hizmet ettiğine şahit olmadığımdan kendisini tanımak istedim.

Adının Botan olduğunu söyleyen bu gençle ayaküstü yaklaşık yarım saat sohbet ettik.
Part-time çalıştığını tahmin ederekten “Kaça gidiyorsun?” diye sordum.
(‘Fırında’ çırak olarak çalışıyor olsa da) şık giyimi, güzel üslubu ve sempatik duruşuyla kısa sürede sevgimi kazanan Botan’dan “okumuyorum hocam” sözünü duyunca, adeta bir ok gibi kalbimden vurulmuşa döndüm.
Ama dikkatimi çeken bir durum vardı; “Okumuyorum” derken başı yere bakıyordu. Sanki bir mahcubiyet edası vardı onda.
“İleride çok pişman olursun bak! Keşke eğitimine devam etsen Botan!” deyip başını okşadığımda; “Okulu bıraktığım ilk günden beri çok pişmanım zaten hocam” dediğinde ise başı hala yerdeydi.
Kısa bir süreliğine ortalığı sessizlik kaplamıştı. Botan’ın söylediği sözü anlamaya daha doğrusu anlamlı bir tarafını bulmaya, yakalamaya çalışıyordum.
Öyle ya; Okulunu bıraktığı ilk günden beri pişman olan biri neden hala fırında çalışıyor olabilirdi ki? Bunun mantıklı ve gerçekçi bir sebebi olmalıydı.
Bir ara göz göze geldiğimizde gözlerinin dolduğunu gördüm.
Anlaşılan okuyamadığının verdiği ‘pişmanlık ve ezikliği’ kendisi de hissediyordu.
Bu çelişkili gibi duran durum bende daha çok merak uyandırmıştı.
Heyecan ve merak ikileminde “Peki, neden okulunu bıraktın öyleyse?” diye sorduğumda aldığım cevap ise başından kaynar su dökülen bir insanın teninde hissedeceği o acı duyguları yaşayacak kadar büyük bir acı kaplamıştı yüreğimi ve bedenimi. İçim sızlıyor; kalbim adeta kan ağlıyordu; “Babam, para kazanmam için okuldan alıp fırına verdi beni…” dediğinde Botan!
Bu cevabı duyunca gözlerim doldu. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.
 “İlkin fırına gidiyormuş gibi ‘kaçıp’ okula gitmeyi denedim. Ama fark edildiğim gün;‘Borcum var geri zekâlı! Seni boşuna mı bu yaşa kadar büyüttüm! Çalışıp para kazanacaksın. Borçlarımı ödeyeceğim!’ diyerek çok dövdü babam beni. Çaresiz kalınca fırına devam etmek zorunda kaldım” diye devam edince Botan; gözyaşlarıma hâkim olamadım.
Bir baba, evladını; bilgiden, eğitimden yoksun bırakıp, bile bile, göz göre göre nasıl oluyordu da ‘cehalet ateşine’ kendi elleriyle atıyor,  oğlunun alevler içinde yanmasına vicdanı el veriyordu?! Bu baba ya vicdansız olmalıydı; ya da vicdanı cüzdana dönüşmüş olmalıydı!
Nasıl oluyordu da, oğlu yerine parayı tercih ediyor; oğlunu kazanmaktansa parayı kazanmayı, parayı kaybetmektense oğlunu kaybetmeyi göze alıyor, gönlü razı olabiliyordu?!
Sahi, oğlunun fırından getirdiği ‘ekmek’ boğazından nasıl geçiyordu? Hangi gönül rahatlığıyla parayı da oğlunu da harcıyordu?
Böyle bir adam, ‘baba’ denilmeyi hak ediyor mu peki? Bir baba nasıl oluyor da zalim olup, kendi öz evladını ezebiliyor?
Yarın öbür gün ele ayağa düştüğünde, hangi yüzle evlâtlarından şefkat eli bekleyecek peki?

Yine de, belki bir yardımım dokunur diye düşünerek  “İstersen babanla bir görüşeyim; eğitimin öneminden bahsedeyim kendisine. Belki ikna ederim, sen de eğitimine kaldığın yerden devam edersin, olmaz mı?” deyince; “Yok hocam, babamı çok iyi tanıyorum. Daha önce akrabalarım da çok konuştu. Nuh diyen peygamber demeyen türden biridir babam. Paradan başka bir şeyi tanımıyor. Az dayak yemedim bu yüzden. Eğitimime devam edeyim diye bana destek çıkan annem ve kardeşlerim de çok dayak yediler” diyordu, Botan.
Anlaşılan otoriter ve baskıcı, şiddeti içinde barındıran bir babaya sahip Botan.
“Bol bol kitap oku, sürekli kendini yenile ve geliştir. Hatta kitapları ben sana hediye ederim; yeter ki sen oku. Ve okuma azmini hiçbir zaman kaybetme! Biz de senin için dua edelim. Bakarsın bir gün babanın kalbi yumuşar da, sen de kaldığın yerden eğitimine devam edersin. Belki bir gün bir ışık, bir umut seni hayallerine kavuşturur” diyerek ara sıra fırına uğrayıp kendisini ziyaret edeceğimi söyleyerek uğurladım; hayalleri, idealleri, eğitimi kelepçelenmiş o güzelim çocuğu; Botan’ı…



Halis Serhat Tan
Eğitimci-Yazar
[email protected]