ÖĞRETMENDEN İTİBAREN HA OKUL YÖNETİCİSİ HA BAKAN

          Önümüzde ki günlerde yapılacak okul yöneticiliği için başvurular ve mülakat gündemine atfen bir şeyler söyleyelim isteriz. Yukarıda ki başlığa bakan okul yöneticisi ya da adayı olan arkadaşlar sakın şöyle düşünmesin;

          -Yahu ben de az adam değilmişim yani… Aslında haksız sayılmaz arkadaşlar ancak bu hakkı teslim kanaatini kurum dışından birileri ifade ederse daha şık olur. Biz bu anlamda içe dönük bir tembih mahiyetinde özetlemiş olalım vaziyeti.

          Her hangi bir noktada, konumda bulunmak bazen şartlar gereği olabilirse de çoğunlukla bilinçli tercihlerin sonucudur. Eğitimde yöneticilik aşaması ise bayağı bilinçli bir tercih olarak kabul edilebilir. İstemeyen kimseyi yönetici yapamıyorlar. İstekliler içerisinden de nasibi olanlar ya da dönemine göre gerekli vasıfları taşıyanlar o kadroya geçiş yapıyor doğal olarak. Dolayısıyla eğitim adına konuşulan ne varsa hatta; ben olsam şöyle yaparımlar var ya işte tam da bunların icraata geçirilme aşaması burasıdır.

          Belki bir kısım arkadaşlar diyecekler ki küçük bir yönetim vazifesi olunca hemen taa Bakan’dan falan bahsetmeye başladın. Okulların belli bir bütçesi; herhangi bir özgün/r icraat yapma yetkisi bile yokken nasıl hizmet üretilebilir ki? Hayır eğer dünya hızla ilerlerken birileri yetkim yok falan gibi çelmeleri kendi kendine takmaya devam ederse asıl o zaman Bakan olamasa da bakar olur. Herkes başarılı olmak ve hizmet etmek arzusu ile işine gücüne bakarken bahaneci onlara bakar durur.. Nihayi olarak kişinin bireysel hüsranı, bireysel hezimeti kurumsal hezimet ile içi içe geçmiş olur…

          Bakan olsaydınız ne yapardınız diye bir düşünülsün isteriz. İnanın çok büyük işler yapmaya ve fikirler paylaşılmaya başlanacak. Müfredattan tutun da ekonomik ve eğitim öğretimin çekip çevrilmesi açısından bir çok proje havada uçacaktır. O paylaşılan fikir ve düşüncelerin bir çoğunun alanda minik bazı insiyatifler ile nasıl hayat bulabileceğine dair çaba sarfetmeden yukarıdan bekleme alışkanlığından ibaret olduğunu görmek pek te zor olmasa gerektir. Netice itibariyle yönetici olan arkadaşaların asıl kimliği öğretmen olduğuna göre sınıfında ve dersinde ki üretkenliğini kuruma şamil kılması yeterli olacaktır.

          Aslına bakarsanız okul yöneticilerinini asli mesleği hala öğretmendir. Yalnız bir çok yönetici arkadaş bunun çokta farkında değil ne yazık ki. Hem de bu bir kayıp olmayıp çok yararlı bir avantaj olmasına rağmen. Yaptığı işin bürokrasiye benzer tarafı olsa da resmi olarak belli sayıda derse girme zorunluluğu ve bunun karşılığında ek ders ücreti alıyor olması bir de yöneticiliğe mahsus bir tazminat ya da ayrı bir ödemenin olmaması gibi açık durumlar mevcut olmasına rağmen bu farkındalığı ihmal eden arkadaşlar oluyor.

          Şimdi biraz da yöneticiliğe niyetli olmayan ya da niyeti olsa da fiilen alanda yani sınıfta vazifesine devam eden öğretmen arkadaşların neler yapabilecekleri üzerine konuşalım. Çünkü Öğretmen içinden gelerek çalışmadıkça hiç bir güç ona resmi tanımlı vazife dışında bir iş, işlem yaptıramaz. Öyle olunca gönül işi olan Hocalıkla Öğretmenlik vazifesinin ayrım noktasına gelmiş oluruz. Hoca’nın Öğretmenden farkı ya da birinin diğerine üstünlüğü nedir bir kaç örnek ile devam edelim.

          Celalettin ÖKTEN hocayı hemen her İmam Hatip öğrencisi tanır, bilir. Tanımayan, bilmeyen varsa bu ondan çok öğretmenlerinin vebalidir bu böyle biline. Celal hoca sadece döneminin değil aynı zamanda gelecek nesillerin de hocası olmuş bahtiyarlardandır. Onun meziyetlerini saymayacağım ama meraklısı hakkında ki kitaplardan öğrenebilir. Sadece Nurettin Topçu gibi bir değerin bile istifade ettiği bir mesai arkadaşı olan Hoca kendi yaptığı tuvalet temizliği için öğrenciden yararlanma teklifini nezaketle red eder ve ’’onlar bu milletin önüne geçecek; ÖNDER olacaklar’’ der.

          Bakanlığın yaptığı bir çok projede katılım sağlayan okullar ve öğretmenlerle görüşme imkanımız olduğunda fark ediyoruz ki kurumlar lidere olduğu kadar gayretli öğretmene de bağlı yol haritası çıkarabiliyor. Aslında her hangi bir resmi ödül arayışına bağlı olmadan sırf millet ve memleket sevdası ve Rıza-i Bari için çalışan nice gizli kahramanların varlığı hem içimize su serpiyor hem de ülkeyi ayakta tutuyor.

          Bu ifadeyi çok abartılı bulanlar olabilir ancak ben ısrarcı olacağım bu fikirde. Hemen bir çok kişinin aklına Finlandiya’da ki Johan Wilhelm Snelman (2 Mayıs 1806- 4 Temmuz 1881) isimli önemli düşünür ve öğretmen ya da Fatih’in ikinci kez hocasına teslim edilmesi esnasında babası Sultan 2. Murat ile hocası Akşemsettin ’’(1389- 1460) asıl adı Şeyh Mehmet Şemsettin Bin Hamza’’ arasında ki konuşma gelmiş olabilir.

          Ben bir milletin gönlüne bağımsızlık ve var olma aşkını yerleştirme konusunda yaptığı büyük mücadelenin sahibi Ömer Muhtar’dan da bahsetmeyeceğim. Hatta eğitimcilikle uzaktan yakından alakası olmayan ama toplumunu hakikate taşımak konusundaki gayreti uğruna canını ortaya koymuş olan sadece kendi halkı değil tüm insanlığa onurlu duruş ve onurlu mücadeleyi de öğreten Şehid Malkolm X ten de söz etmeyi düşünmüyorum.

          Koskoca Mısır devletinin zalimliği karşısında yıllarca süren ve hayat tehdidi sıradanlaşmış olan bir mücadele ile hem de komşu İslam ülkelerinde ki Müslümanlara bile model oluşturacak kadar iyi bir teşkilat olan İhvan_ı Müslimin’in kurucusu Şehid Hasan El- Benna da bir çok açıdan limitleri zorlamak olabilecektir. Bosna da yedi düvelin ortasında halkının var olmasını temin adına yıllarca sükunetle ve ‘’İslam Deklerasyonu’’ nu anlatmaya çalışmış sonra da özgürlük uğruna ölmenin yaşamak kadar değerli olduğunu göstermiş olan Aliya İzzetbegoviç bizim için muhabbet sebebidir ama uzak bir ufuk olabilir belki.

          En iyisi yakınlardan bir isim olan Prof Dr Necmettin Erbakan’dan ve onun mücadelesinden biraz bahs edelim. Tüm şartlar aleyhine de olsa asla vazgeçmemiş olmasıyla ve ‘’iman varsa imkan vardır’’ diyerek tarihe geçen güzel öğretmen. Ülkemizde kavga etmeden, silaha sarılmadan, çevreye ve kendi insanına zarar vermeden Müslümanca yaşayabilmeyi temin adına demokratik mücadelenin nasıl yapılabileceğini öğreten büyük öğretmen.

          Değerli eğitimci arkadaşlar ve büyük milletimin aziz evlatları yukarıda ismi sayılan insanların büyük çoğunluğu bu mücadelelerini ve başarılarını bir bakan koltuğunda oturarak yapmadılar. Arkalarına ne büyük bir sermaye gücü aldılar ya da bütçeleri vardı ne de devletin silahlı /silahsız erkleri arkasında değildi. Onların sadece inancı vardı. Temelde kendine ve yaratanına olan inancını milletine olan inanç ile karmış ve kocaman bir dava yoğurmuş kişilerdir bu insanlar. Yoğurduğu dava hamuru ile bir milletin kaderini değiştiren önderler yetiştirmek ancak İman /İnanç ile mümkündür.

          Tüm bu söylenenleri yapmak için elinizde hiç bir şey yok değil mi?Hiç bir şeyiniz yoksa elinizde vatan aşkı, millet sevdası, Allah ve Peygamber muhabbeti işlemeye müsait bir sınıf dolusu vatan evladınız var. Eğer okul yöneticisi iseniz bir okul dolusu gül kokulu ana kuzusu elinizde.

          Kimi doktor olup ter döküp sizi ya da ailenizden birini sağlığına kavuşturacak.

          Kimi size olan güveni ve hayranlığı ile öğretmen olup göz bebeğiniz çocuklarınızı eğitecek.

          Kimi hamal olup yükünüzü taşıyacak, kimi çöpçü olup evinizin sokağını temizleyecek.

          Kimi Asker, Polis olup senin için, bağımsızlığın için şehit olup canını sana, vatana verecek.

          Eğittiğimiz çocuklarımızın gelecekte ne olacağını merak ediyorsanız birazcık tefekkür etmek kafi gelecektir. Sonra ister Bakan olsun ister çalışıp ömrünü vakfedenlere bakar olsun karar kişiye kalmıştır. O çocuklarda ki ışığı, geleceği göremiyorsanız da lütfen Öğretmen/ yönetici olmayın. Zaten fiilen Öğretmenlik yapıyor olan ama bu güzelliğe sahip olmayan biri Öğretmen/ Hoca olmuş sayılmaz. Ya da okullada yöneticilik adına müdür, müdür yardımcısı falan olmayın ki eğitim öğretimin huzuru kaçmasın, çalışma barışı bozulmasın.

          İlgilenilmediği zaman, emek verilmediği zaman çocuklarımızın akıbetinin ne olacaklarını saymamı okuyucularımızın istemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü zorunlu eğitim dolayısıyla istisnasız herkes eğitimcilerin elinden geçiyor. Sonuçta iyi çocuklar da bizim ürünümüz, eserimiz kötüler de. Değil mi?

          Milli bir şuur sahibi olduktan sonra mevkinin ne önemi var. Çalıştığı yeri ve muhatabı olan velisi ile öğrencisi ile öğretmeni ile güzel bir eser inşa etmek üzere emek veren kişi amaca ulaşmıştır. Artık teslimiyet içerisinde en yüksek makama iltica ile ebediyet alemine kanat açabilir…

           Vesselam

           Selehattin DUMAN

           Eğitim Bir Sen İst. Bir. Nl. Şb. Bşk. Yrd.

           14.06.2017 17:00