Bu yüzyıla “değişim yüzyılı” desek yeridir. İnsanlık tarihinin, kısa zaman aralıklarına bu kadar çok değişimi sığdırdığı başka bir dönemi olmamıştır.

Bu büyük değişim rüzgarından kamunun etkilenmemesini beklemek tek kelime ile saflık olur. Kamuda meydana gelen hızlı değişim ve dönüşüm, eskimiş kamu yönetim anlayışı ile yetişen ve bu düzende çalışanlar açısından şoklar meydana getirmektedir.  Eski yönetimin bürokratları ile yeni dönemin tasarlanması ve yürütülmesi mümkün gözükmemektedir. Cumhurbaşkanımızın, gerek kamu bürokrasisini gerekse siyaseti gençleştirme hamlesinin altında bu etkenin önemli bir yere sahip olduğu inkar edilemez.

Kamunun değişim ve dönüşüm süreci ertelenebilir fakat önlenemez bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. Siyaset ve kamu yönetimi arasında gerginliğin nedenlerinden biri de yeni anlayışın gerektirdiği hizmetlerin, eski düzenin bürokratları ile yürütülmek istenmesinden kaynaklanmaktadır.

Peki yeni düzen nasıl bir kamu yönetim anlayışını gerektiriyor? Bu sorunun cevabı “memurları” nasıl bir gelecek beklediğinin bir nevi cevabı olacaktır.

Gelişmiş ülkeler olarak tabir edilen dünyanın efendileri, kamuda 1970’leden başlayan ve 1990 yıllara kadar süren güçlü bir değişim sürecine girdi. Geleneksel kamu yönetiminin, bürokratik yetersizliklerine tepkiyi de barındıran bu sürece “yeni kamu yönetimi” (new public management)  denildi. “Müşteri odaklılık”, “girişimcilik”, “sonuç odaklılık”, “sonuçlara dayalı hesap verebilirlik”, “çalışanları yetkilendirme”, “performans ölçümü” ve “dış kaynak kullanımı” vb. kavramları öne çıkaran köklü bir değişimin ayak sesleriydi bunlar.

Yeni kamu yönetimi anlayışı, devletin küreği çeken değil, dümeni tutan olmasını; hizmet sunan birimler arasında rekabetin güçlendirilmesini; kamu örgütlerinin katı kural ve düzenlemelerle yönetilmesi yerine amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik etkinliklerini ön plana çıkarmasını; girdi yerine sonuçlara odaklanılmasını; hizmet sunulan kesimlerin ‘müşteri’ olarak yeniden tanımlamasını ve müşterilerine seçenekler sunmasını; sadece harcama yapmayı değil para kazanmayı da ilke edinmesini; vatandaşların güçlendirilerek, denetim mekanizmalarının bürokrasiden topluma kaydırılmasını; sorunlar ortaya çıktıktan sonra harekete geçmek yerine sorunların önlenmesine önem verilmesini; hiyerarşi yerine katılımcı yönetim anlayışının benimsenerek yetkilerin devredilmesini  içeriyordu.

Yeni kamu yönetimi reformları ve sonuçları bir süre sonra değişik çevrelerce sorgulanmaya ve eleştirilmeye başladı. Bazıları “yeni kamu yönetimi” yaklaşımının adalet, hakkaniyet ve katılım gibi demokratik ve anayasal değerleri tehdit ettiğini ileri sürdüler. Eleştiriyi yapanlar yeni bir anlayışla alternatifini ürettiler. Adına “yeni kamu hizmeti” denilen  bu anlayış geleneksel ve yeni kamu yönetim anlayışından oldukça farklıdır.

Yeni kamu hizmeti anlayışı, kamu görevlisinin rolünün, toplumu kontrol etmek veya ona yön vermek değil, ona hizmet etmek olduğunu; kamu yararının asıl amaç olduğunu, kamusal ihtiyaçları karşılayan politikalar ve programlar en etkili şekilde ortak çaba ve işbirliği süreçleri yoluyla başarılabileceğini; kamu görevlileri sadece müşterilerin taleplerine cevap vermekle kalmaması, kamunun kaynakları sanki kendi parasıymış gibi harcayan girişimci yöneticiler yerine topluma anlamlı işler yapmaya kendini adamış kamu görevlilerinin işin başında olmasını; vatandaşlar ile güven ve işbirliğine dayalı ilişkileri inşa etmeye önem verilmesini; kamu görevlilerinin özel sektör çalışanlarına göre daha dikkatli olmasını, anayasa, yasa, toplumsal değerler, siyasi ilkeler, profesyonel standartlar ve vatandaş çıkarlarına uygun hareket etmesini; sadece verimliliğe değil, insanlara da değer vermesi gerektiğini vurguluyor.

Şu an Türkiye hala “yeni kamu yönetimi” anlayışının etkisinden kurtulamamıştır. Merkeze vatandaşını olan, demokratik değerleri, katılımcı yönetimi ve halka hizmeti ilke edinen “yeni kamu hizmeti” anlayışını bütün gelişmiş ülkeler benimsemişken, milletimizin bu anlayıştan mahrum bırakılması düşünülemez.  Bu millet, 15 Temmuz gecesi nasıl bir millet olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Böyle bir milletin her şeyin en iyisine layık olduğunu kimse inkâr edemez. O halde, kamuyu dizayn edenlere “halka hizmeti hakka hizmet" bilen ecdadının yolundan gitmek düşer.