Tabiatta olduğu gibi sosyal hayatta da denge çok önemlidir. Toplumsal dengeye etki edecek olağan dışı her türlü müdahale, öngörülen ve öngörülemeyen sorunlara zemin hazırlayacaktır. Burada, yapılan müdahalenin iyi niyetli olmasının bir önemi yoktur.

            Modern uluslarda yasama, yürütme ve yargı erkleri, birbirlerini denetlemesi ve kontrol edebilmesi için farklı ellerde toplanmasının gerektiği kabul edilmiş ve böylece dengenin sağlanacağı düşünülmüştür. Özellikle yargının sınırlarının dışına çıkarak kanun yapıcı rolüne bürünmesi, doğuşu ve gelişmesi uzun bir sürecin, gizli-açık tecrübelerin ürünü olan toplumsal ve hukuksal normların dengesini alt üst edeceği açıktır.

            Teoride olarak yasama, yürütme ve yargı birbirinin alanına müdahale etmemesi veya olabildiğince az müdahalesi kabul görürken, uygulamada sınırların çok hassas olduğu ve birbirini içine çoğu zaman girdiği görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin, “Bir okulda öğretmen olan ve aynı zamanda bir sendikanın şube sekreteri olarak görev yapan bir öğretmen hakkında, bir platformun çağrısı üzerine bir siyasi partinin düzenlendiği basın açıklamasına katılması ile ilgili, hakkında siyasi parti faaliyetine katıldığı gerekçesi ile disiplin soruşturması başlatılması sonrası, 1 yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilmesinin Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesi ile yeniden yargılama yapılması için kararın bir örneğinin İdare Mahkemesi’ne gönderilmesi” kararı buna güzel bir örnektir.

           Kuşkusuz, Anayasa Mahkemesi ülkemizdeki en saygın kurumların başında gelmektedir. Türkiye'deki en yüksek anayasal yargı organı olan Anayasa Mahkemesinin görevi, Anayasa'da yazılı temel hak ve özgürlükleri korumak ve TBMM tarafından çıkarılan yasaların, başvuru üzerine, Anayasa’ya uygun olup olmadığını denetlemek olarak belirlenmiştir. Bu görevini ifa ederken bireylerin, toplumun ve devletin menfaati arasındaki dengeyi tecrübe edilmiş gerçeklerden hareketle sağlama sorumluluğu vardır. Anayasa mahkemesi sorumsuz olmanın verdiği rahatlıkla kararlarını veremez, vermemelidir. Yasalar, yönetmelikler ihtiyaçtan doğar ve toplumun kargaşa arz eden durumlarına çözümler üretir. İhtiyaçtan doğması nedeni ile denenmiş, tecrübe edilmiş durumları içerir.

          Anayasanın 26. Maddesinde, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.” hükümleri ile düşünceyi açıklama ve yayma ile ilgili sınırlar çizilmiştir.

          Devlet memurları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak çalışırlar. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunda, “Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu Kanunun uygulanmasında memur sayılır.” denilerek memurun tanımı yapılmıştır. Bir kimse devlet memuru olmayı kabul ettiğinde, 657 sayılı kanunun hükümlerini de kabul etmiş sayılır. Devlet Memurları Kanunun, devlet memurlarının ödev ve sorumlulukları kısmındaki, tarafsızlık ve devlete bağlılık başlıklı 7. Maddesinde “Devlet memurlarının siyasi partiye üye olamayacakları, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamayacakları; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamayacakları; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamayacakları ve bu eylemlere katılamayacakları” hükümleri ile memurlar için sınırlar çizilmiştir.

            AYM’nin yukarıda bahsedilen konu ile ilgili gerekçeli kararında: “Başvurucu üyesi olduğu sendika şubesinin sekreteri olduğunu ve sendikacı sıfatı ile dinleyici olarak basın açıklamasına katıldığını slogan atmadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesi başvurucunun basın açıklamasına katılan grup içerisinde bulunma dışında başka herhangi bir eylemini tespit etmemiş ve basın açıklamasının sendikal faaliyetlerle ilgili olmadığını belirlenmiştir. Serbest seçimlerin bulunduğu bir ortamda bireyin gerek siyasi tercihlerini yapabilme amacının doğurduğu ihtiyacı gerek siyasal ve toplumsal olaylarla ilgili bilgi edinme merakı göz ardı edilemez bir durumdur. Açıklanan nedenlerle şikayet edilen, 1 yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının ‘toplumsal bir ihtiyaç baskısına’ tekabül etmemesi nedeniyle “demokratik toplumda gerekli olmadığı” sonucuna varılmıştır.  Başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği ve yeniden yargılama yapılması için kararın bir örneğinin İdare Mahkemesi’ne gönderilmesi gerektiğine hükmetmiştir.  

           AYM, gerekçeli kararında, “Serbest seçimlerin bulunduğu bir ortamda bireyin gerek siyasi tercihlerini yapabilme amacının doğurduğu ihtiyacı gerek siyasal ve toplumsal olaylarla ilgili bilgi edinme merakı göz ardı edilemez bir durumdur.” diyerek memurun dinleyici olarak basın açıklamasına katılmasını meşru görmüştür. AYM’nin verdiği karar 657 sayılı DMK ile çelişmektedir. Memurlar için 657 sayılı yasada sınır çizilmiş siyasi ve ideolojik içerikli eyleme katılamayacakları belirtilmiştir. Kanun metninde dinleyici, uzaktan izleyici vb. bir sıfat yüklemesi de yapılmamıştır. O halde anılan memurun orada bulunmaması gerekir.

           Bu kararı genellersek, bir memur siyasi tercihlerini yapabilme amacının doğurduğu ihtiyaç ile siyasal ve toplumsal olaylarla ilgili bilgi edinme merakı yüzünden ilgi duyduğu partinin kongresine, basın açıklamasına hatta haftalık toplantılarına bile katılabilir. Bunu da AYM’nin kararına dayandırır. Bunun toplumsal yansıması nasıl olacağı malum. Sınıfta kalan öğrenci “benim ve ailemin fikri yüzünden hoca bana taktı” ; işi yasal prosedürler nedeni ile görülmeyen bir vatandaş “Bu memur benim hangi partiye üye olduğumu bildiği için işimi yapmıyor.” demeyecek mi? İşine geç kalan bir memur kendisini uyaran amirine “siyasi tercihlerim yüzünden böyle yapıyor.” diye sağda solda söylenmeye başladığında ve iş barışının bozulmasının tohumları ortaya saçıldığında bunun sorumluluğunu, AYM üstlenebilecek mi? Bu sorunun cevabı AYM’nin konumu gereği tabi ki hayır olacaktır. Ayrıca öğretmenlerin, öğrencileri etkileme gücü göz önüne alındığında, kutuplaşmaların ve siyasetin okulların içerisine girmesinin de önü açılmış olmayacak mıdır?

       AYM, verdiği bu kararla memurların siyaset yapabilmesinin önünü açmış, toplumsal huzur ve iş barışı bakımından ise öngörülemez bir durumun kapısını aralamıştır.