Bir önceki yazımızda, disiplin cezalarının niçin kurullar vasıtası ile verilmesi gerektiğini açıklamıştık. Bu konu ile alakalı olarak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Disiplin cezalarının verilme sürecinde, ceza alan memurun görev yerinin değişmesi, emekli olması, terfi etmesi vb. nedenlerden kaynaklanan bir takım problemler ortaya çıkabilmektedir. Bunu problemleri gidermenin en emin yolu, disiplin cezalarının kurullar kanalı ile verilmesidir.

                İdari yaptırımlardaki amacın kurumun düzenini bozucu davranışlara set çekmek olduğunu gerçeğinden hareketle, suç ve cezalarında, insan haklarını ön plana alan ve zamanın şartlarına uygun, bir takım düzenlemelerin yapılması artık bir gereklilik olmuştur.

              1982 Anayasası, kamu personeli disiplin hukuku bakımından üç temel ilke öngörmektedir: Kanunilik ilkesi, savunma hakkı ve yargı yolu güvencesi.

              Disiplin mevzuatımızın, idareye çok geniş bir takdir yetkisi tanımasının, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığı, birçok hukukçumuz tarafından dile getirmiştir. Ancak gözden kaçırılan veya görmezlikten gelinen nokta, kamunun birbirinden farklı yüzlerce alanda hizmet verdiği gerçeğidir. Her bir hizmet alanındaki çalışma koşulları ve bu koşulların gereklilikleri birbirinden farklıdır. Bu da, disiplin cezalarını, tipiklik ilkesi gereği önceden belirlenmiş ve sınırları çizilmiş bir tanımlamaya sokmayı imkânsız hale getirmektedir. Bu yapılmaya kalkıldığı takdirde, işin doğası gereği, birçok kusur içeren fiilin cezasız kalması nedeniyle çalışanların verdiği hizmetin kalitesi düşecek ve adalet anlayışları sarsılacaktır. Buna ilave olarak, kamu hizmetlerinin verilmesi ile ilgili, hizmet alanlarının farklılığından doğan ayrımları yapmak neredeyse imkânsız gibidir. Bir doktorun işe geç kalması ile bir öğretmenin veya mühendisin işe geç kalmasının doğuracağı sonuçlar ve hizmet alanlar üzerindeki etkisi çok farklı olacaktır. Farklı etki doğuracak, suç teşkil eden fillere, aynı cezayı vermek hakkaniyet ilkesi ile bağdaşmayacağı açıktır.

            Disiplin hukuku açısından, savunma hakkının kutsallığı ve önemi yadsınamaz. Kişinin kendini savunacak delilleri sunmasına fırsat vermek demokrasiyi benimsemiş devletlerin olmazsa olmazlarındandır. Kişinin hakkıyla savunma yapabilmesi, kendinin ne ile itham edildiğini bilmesi ve buna dair kanıtları görmesi ile mümkündür. Ancak uygulamada kişiler, soruşturma dosyasının tamamını görmeden, sadece ne ile suçlandığı bildirilmekte ve savunmasını yapması istenmektedir. Ayrıca, DMK’nın 130 maddesinde savunma hakkının hangi makam önünde kullanılacağı belirtilmemiştir. Anılan maddede, “savunma hakkının soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte savunmasını yapmayan memur” şekilde anlaşılmaz bir ibare konmuştur. Cezayı veren makamlar olmayan, soruşturmacı ve disiplin kuruluna savunma süresini belirleme yetkisi verilmiştir.

           Anayasanın 125. Maddesinde yapılan değişiklikle, uyarma ve kınama cezaları içinde yargı yoluna başvurma imkanı doğmuştur. Bu önemli bir gelişmedir. Ancak asıl revizyona gidilmesi gereken konu, 657 sayılı DMK’nın 125. Maddesinde belirtilen cezaların içeriği ve sınıflandırılmasıdır. DMK’ya, zamana uygun, sanal suçları da içeren, yeni ceza maddeleri eklenmesi gerektiği gibi, aşırı muğlak olan ceza maddelerinin de kanun metninden çıkarılması gerekmektedir. Uyarma, kınama, aylıktan kesme …. şeklindeki sınıflandırılan cezalar, günümüz Türkiye’sinde anlamlı olma özelliğini yitirmiştir. Uyarma cezası ile aylıktan kesme cezasının arasında olan “kınama” ile, aylıktan kesme ve Devlet memurluğundan çıkarma cezasının arasında olan “kademe ilerlemesinin durdurulması” cezalarının kaldırılması akıllıca olacaktır. Kınama, DMK’nın kanunun 125/B maddesinde belirtilen fiiller göz önüne alındığında hoş olmayan bir tabirdir. Uyarma cezasının bir üstü “aylıktan kesme cezası olmalı ve brüt yerine net tutardan ceza verilmelidir ki anlamlı olsun. Burada oranlar, 1/8’ den başlayıp kendi içerisinde kategorize edilerek ½’ye kadar gitmelidir. Kademe ilerlemesinin durdurulması ceza değil bir ödüldür. Bu sayede, memur erkenden vergi dilimine girerek fazla vergi ödemek zorunda kalmaz ve maaşı da düşmemiş olur.

            Memurun hangi hallerde, idarecilik görevinin üzerinden alınması gerektiği ile hangi durumlarda yer değiştirmesi gerektiğinin de açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Öğretmenlere ikinci görev olarak verilen okul müdürlüğü görevi, basit bir nedenden dolayı kişiden alınabilmektedir. Bu konu ile ilgili herhangi bir kıstas da bulunmamaktadır. Buna benzer bir şekilde yer değiştirme (sürgün), bir ceza olarak kullanılabildiği gibi bir ödül olarak da kişiler üzerinde uygulanabilmektedir. Kamu yararı gereği, suç teşkil eden fiilinden dolayı yeri değiştirilen bir kişi eski görev yaptığı kurumdan çok daha iyi şartlara sahip bir kuruma atanabilmektedir.

          İdari soruşturmalar içinde de, adli soruşturma ve kovuşturmalar gibi bir usul kanunu çıkarılmalı ve bu konudaki belirsizlikler en aza indirilmelidir. Yoksa uygulamalar ilden ile, amirden amire farklılık gösterecek, arkası kuvvetli olana hiçbir şey olmaz anlayışı insanları illegal yollara yönlendirecektir.