Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ,  popüler kültür kavramının tanımı " belli bir dönem için geçerli olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen kültürel ögelerin bütünü” olarak açıklanmaktadır. Ülkemiz yaklaşık iki yüz yıldır popüler kültürü kendi kültürünün yoğurucusu yaparak hem özünden hem de gelişimin belirleyiciliğinden uzaklaşmıştır. Dünya ekonomik sistemleri belirlediği hayatları bizlere yaşamamız gereken hayat olarak dayatırken kültür alanında da popüler kültürü emrivaki yapmaktadır. Daha ne olduğunu anlamadan değişimin baş döndüren hızına teslim olan geniş halk kitlesi rüzgâr önündeki yaprak misali oradan oraya savrulmaktadır. Özünden habersiz olmanın etkisiyle nesiller yüzmeyi öğrenmeden okyanus ortasına atılmış gibi olmaktadır. Bütün bu hengâmede can pazarının yaşandığı toplumsal denizlerin kurbanlarının ne hesabı sorulabilmekte nede ne olduğu anlaşılabilmektedir.

Popüler kültürün geniş halk kitlelerine ulaştırıldığı ilk kanal televizyonlar iken internet, gazete, dergi, sokaklar ve diğer iletişim araçları renkli içerikleriyle göz almaya devam ediyorlar. Hemen hemen her evde artık Tv, internet mevcut. Bu iki şeye sahip olan aileler komşuyu unuttular, sokağa çıkmaya gerek görmüyorlar. Hayatlarını sanal âleme taşıyıp orada zaman geçirmeyi tercih ediyorlar. Öyle bir âlem ki baktıkça insanın bakası geliyor. İnsanın hem gözünü doyuruyor, hem de gönlünü hoş tutuyor. İpler tamamen senin elinde isteğin kanalı izleyip, istediğin siteye girebiliyorsun. Özgürlük bu olsa gerek. Evdeki herkes için bunun olduğunu düşünürseniz birden çok Tv, bilgisayar olması şart. Artık evde yemekler bile birlikte yenmiyor, sohbetler bile edilmiyor. Bayramlarda olmasa insanların birbirinin yüzüne bakacakları zaman dilimi olmayacak.

Ev dışına çıktığınızda ise televizyonlardaki hayatların sokaklara taşındığına şahit oluyoruz. Giyim kuşamımızdan kullandığımız dile kadar sokakta, iş yerinde dizi oyuncularına benzeyen tavırlarımız sırıtıp duruyor. Dünya hayatındaki rolümüz bir yana kendimize örnek aldığımız sanal modellerimizle özdeşleşmeye çabalıyoruz. Bunu  genç yaşlı her kesimde görmek mümkün. Bazıları günümüzde insanların kendine daha iyi baktığını söylüyor bu teze katılmıyorum. Aksine kendimize değil başkalarına bakıp onlara benzeme eğilimimiz daha fazla diye düşünüyorum. Bir zamanların “başkası olma kendin ol” sözü tamda bu günlerde herkese söylenmesi gerekli bir söz. Başkalaşmaya çalışanlar devekuşu olmaktan kurtulamıyorlar. Sonra kuş isen uç denilince develiği, deveysen yük taşı denilince kuşluğu tercih ediyorlar. En kötüsü ise kuma başını gömdüğü halde kendini kimselerin göremediğini iddia etmeleri yok mu komedi filmlerine taş çıkartıyorlar. En çokta deve kuşlarının yarışmalara katılmaları ve izleyenleri eğlendirmeleri, birde o yumurtalarıyla sofraları şenlendirmelerini unutmamak lazım.

Bilimsel gelişmeleri alıp hayatımızda kullanmaya eyvallah. Ancak geliştiğini zannettiğimiz ve baskın kültür olarak düşünülen batılı hayat tarzını hayatımızın merkezine koymak ve bütün kuşaklara biz buyuz demek yaptığımız en büyük yanlıştır. İki cami arasında kalmış beynamazlar gibi çözüm üretmek yerine, mazeret üretmeyi kendimize yol seçmişsek sonumuzun hayra alamet olmadığını düşünüyorum. Kültürün en önemli taşıyıcısı eğitim kurumları bile popüler kültürün çocuklara kazandırıldığı yerler haline geldi. Binalar sağlam temellerin üzerinde  yükseldiği gibi manevi kültürlerde  aile ve okullarda kazandırılan temel kültürler üzerine bina edilir. Temel kültürel kodlarımızdan şüphemiz yok ancak ailelerde okullarda milli kültürün tam verildiği yerler olmaktan çıkmış durumda ve  bu kurumlar bahsettiğimiz misyonu yerine getirmede başarılı değillerdir. Atomu parçalayanlar aileyi de parçalama konusunda amansız saldırılarına devam ediyor. Türk toplumunu ayakta tutabilmemiz ailenin kurtuluşuna bağlıdır. Bunu ise eğitim kurumlarında yapacağımız      çalışmalarla  sağlayabiliriz. Ne dersiniz?  ([email protected])