"Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen

          Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen "

          Biz ahiret için dünya nimetlerine yüz çevirmiş olan bir mazinin destanını dinleyerek büyümüş bir nesil idik. Karşımızda bulunanlar ise bu gün olduğu gibi ahiret inancı ya olmayan ya da bu inanç dilden dîl'e inmemiş bir takım insanlardan oluşuyordu. Kişi bilmediğinin cahili olduğu kadar düşmanıdır da. Öyle olunca ilim öğrenmenin farz oluşu da vuzuha kavuşmuş oluyor.

          Eskiler ilm-i hali bilmek farzdır derlerdi. Bu gün bu ifade sadece namaz, oruç ve benzeri ibadet çerçevesinde anlaşılıyor. Hoş onu da tam manasıyla bilen insan sayısı meçhul ya. Aslında ilmihal kelimesi zamanla özelde bu boyuttan bahseden kitapların ismine hasredilmiş olsa da bundan ibaret değildir.

          İlmihal kelimesinin kendisinin de anlaştırdığı üzere Halin ilmi yani yaşanan dünyanın gereği olan ve zarureten bilinmesi gereken din, iman, ahlak, edep-adap, siyaset, ticaret ve hatta sosyal ve bireysel hayatı kuşatan her iş, eylem, icraat ve hizmeti kapsar nitelikte ki ödevler ve uygulama usulleridir. Doğruyu bilmeyen ya da doğru işine gelmeyen kişilerin böyle durumlarda rehberi ilim olmayınca devreye heva, heves, nefis, şeytan ve cehalet girer. Netice itibariyle bunların rehberliği sadece dünyayı değil ahiret hayatını da berbat eder. Ve ayetlerin bir çoğunda geçen ifadeyle "Hasirin" (hüsrana uğrayanlar) ve "Zalimin" (zalimler) zümresinden kılıverir sahibini eylem.

          Kişisel gelişim uzmanı olan bir çok kişinin ifadesine göre insanlar her yanlış için kendilerince mantıklı bir gerekçe ve dayanak bulmadan yapmazlar hatalarını. Diğer bir ifadeyle her yanlışın mantıklı bir izahını yapar insan kendine demektir. Ama her ne kadar mantık vurgusu yapsak ta bu sadece kişi ve menfaat çevresi için geçerli olan bir tespit çerçevesinin ötesine geçmez. Yani mantıklı olması onu ahlaki yapmaz. Mantıklı bir izah yapılıyor olması onu değerli, ilmi, İslami bir doğru yapmaz.

          Şöyle ki bir çok insan hatasını zaten bu mantıksal örüntü dolayısıyla ya görmez ya da hata olarak değerlendirmez. Ama aynı şahıs benzer bir olayı sadece ahlaki açıdan başka bir düzlemde değerlendirdiğinde reddedebilmektedir. Bu durumu kabul edilemez bulabilir. Tam da bu sırada mantıksal izah getirilen meselenin hak, doğru ya da ahlaka uygun olup olmadığının kararını verecek mercie gelip dayanır iş.

          O merci eğer şahsın kendisi olursa yine mantıksal süreçte yaşanan ve ulvi bir cihetten desteklenmeyen eylem; mantıklı olduğu kadar ahlaki de bulunabilir. Eğer o merci hak ve hakikatin şaşmaz temel ölçüsü olan vahiy olursa; mantıksal onay ahlaki ve manevi anlamda olumsuzlanmaya mahkum olur. Bu da eylem sahibini ya istiğfar ile hatadan dönme erdemine taşır. Ki inanıyor olmanın gereğidir bu. Ya da hatasının farkında olsa da ısrar ile devam cihetine gider ki o zaman helak olmaya mahkumdur.

          Yaratılış itibariyle en mükemmel cihazlarla donatılan insan akılla beraber kalbin düşünme ve idrak yetisiyle beraber imanın rehberliği sayesinde kemalini korur. İşte tam da burada inanç ve amel boyutuyla uyum gösterme işi yani fiziksel veri ve hesapların metafizik gayelerle barışı sonrasında gerçekten var olmaktan bahsedilebilir. Çünkü düşünmek, bilmek sadece tek başına var olmak için yeterli olmadığı gibi sadece eylem, hareket halinde olmak ta gerçek anlamda var olmak manasına gelmeyecektir.

          Düşünüyorum öyleyse varım düşün akımını ortaya koyan kişi hareketsizliği, eylemsizliği içeren bir fikir teatisinden ibaret bir değerlendirme yaptıysa bu büyük bir yanılgı olacaktır. Hatta aşkın bir temeli olmayan eylem de basit kalacağı için öylece var olmak ve hareket ediyor olmayı amaçlayan bir fikir yine hüsran olacaktır. Hem zaten düşünmekten maksat bir eylem icra etmek olmalı değil midir kaçınılmaz olarak? Hocanın hindisinin düşünmesin meselesi aslında tam da buna işaret etmektedir.

          Düşünmek ve hareket etmek ise mutlak değer değildir. Bu kadarla yetinildiğinde, hareketin yönünü belirlemediğiniz sürece bir boşluk ve başı bozukluk ortaya çıkacaktır. Hareketin yönünü her fikri ve dini akım bir diğerinden farklı belirlemiştir bir çok açıdan.Kimi faydayı kimi bireyi kimi toplumu öne çıkarmıştır. Bunların hiç birisi insan-ı kamilin eylem kalitesini belirlemekte yeterli olamamışlardır. Her biri bir başka yönünü eksik bırakmış oluyor da onun için.

          Eylemlerin her birinin mutlaka bir vechi, kendisine amaç olarak belirlediği bir nihai ulaşma noktası vardır/olmalıdır. Diğer bir ifadeyle Müslüman bireyin eylemleri vecih itibariyle fıtri olmalıdır. Yaratılış gayesine uymayan hareket mudır (zararlı) ve merdut (reddedilmiş) tur. Fıtri varoluş ise ancak aşkın değerlerin istikametinde olan hareketin içerisinde hayat bulacak, gizlenecektir. Yaratılış yani fıtratın gerektirdiği erdem düzeyi ve sorumluluk bilinci var olmanın merkezi dinamiğidir.

          Hareketin merkez karar vericisi düşünce istikamet itibariyle fıtri olduğu gibi tabiat ve sair çevreyi dikkate alan bir çerçeveye istinat etmelidir de. Tabiata zarar veren ya da onun ihtiyacını karşılama endişesi/ sorumluluğu taşımayan hareket fıtrattan kopma eğiliminde olup eksik kalacak ve arızalı bir varoluş süreci ortaya çıkacaktır.

          İşte bu aşamada ilahi hitap olan vahye kulak veren düşünce hareketi arzu edilen düzeyde kabul edilebilir noktaya ulaşmış olur. Artık fıtri ve tabii olduğu kadar vahye müstenit bir özelliğe kavuşan hareket meşru, makbul bir vaziyet almış olur. Öyle olunca düşünce hakiki amacı olan hareket eylemini normal süreçte doğurmuş olacaktır.

          Nurettin Topçu hocanın da dediği gibi "Hareket ediyorum, düşünüyorum, birliği seviyorum öyleyse varım" hikmete uygun olarak tecelli etmiş olur. Fıtri, tabii, ve vahyi bakış açısı ile anlayış ve eylem birliği yanlıştan uzaklaştıracaktır. Kin, garaz, ihtiras ve irtikap, iftira ve saldırganlık vb. tümüyle bu düşünce iklimi sayesinde ortadan kaldırılabilir. Çünkü bu değerlerin bütünleştirilmediği düşünce, her hareketin tecvizini yine kendi kendine yapmaya devam edecektir. Ben böyle düşünüyorum demenin yetmeyeceğini anlamak ise imkansız hale gelecektir.

          Mükemmel yaratılmış insanın vasıflarını koruyarak yaşayabileceği başka bir hayat, düşünce ve hareket modeli tasavvur edilemez.

          Vesselam

          Selehattin DUMAN

          Eğitim Bir Sen İst. Bir Nl. Şb. Bşk. Yrd.

          03:20 02.01.2016

twitter: @SelehattinDuman

facebook: @DumanSelehattin

instagram: @selehattinduman