Yılların biriktirdiği pek çok problemle mücadele eden  Milli Eğitim Bakanlığı her geçen gün yeni yöntemler ve teknikler uygulayarak ve teknolojinin de yardımı ile bu sarmaş dolaş olmuş, kronikleşmiş dertlerin üstesinden gelmeye çalışmaktadır.

Bu kadar büyük bir camiaya hitap eden ve hantal bir teşkilat yapısına sahip olan kurum, şu anki yapısı ile dertlere derman olacağım derken daha büyük dertlerin girdabına sürüklenmesi ve günü birlik tedbirlerle günü kurtarmaya çalışması anlaşılacak bir durum değildir. Bütçeden aslan payını almasına karşın verimlilik ve kalitede olması gereken yerin oldukça gerisinde bulunduğunun açık göstergesi olan, amacı eğitim yöntemlerinde standartlaştırmayı ve gelişmeyi arttırmakla birlikte dünyada okul çocuklarının başarısını karşılaştırmak olan uluslararası alanda yapılan PISA olarak kısaltılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı, verilerine göre Türkiye sonlardaki yerinden hayli memnun gözükmekte ve sonlarda olma ısrarını sürdürmektedir.

Eğitim programları, ders kitapları, sınıf teknolojilerini değiştirip geliştirebilirsiniz. Ama değişimin motoru olacak öğretmenler için bir şeyler yapmıyorsanız yerinizde patinaj çekmeye mahkum olmanıza şaşmamanız gerekir. Kendini bu camianın en değersiz parçası hisseden öğretmenleri, öğretmenler günü avuntusu ile  oyalamak ne büyük bir yanılgıdır. Marifet iltifata tabidir. Bir insanın kendini değerli hissetmesi her şeyden önce bir ürün ortaya koyması ile mümkündür. Lakin Türkiye’ deki kalabalık, boğucu, zevksiz mimarisi ile hapishaneleri andıran, tahta ve tebeşirden müteşekkil ortamlarda öğretmenlerimizin kendilerini önemli ve değerli hissetmesi hayli zor olacaktır. Kendi gereksinimleri yeterince karşılanmamış öğretmenlerden, öğrencilerinin gereksinimleri karşılamalarını nasıl bekleyeceğiz. Bu yapı bir süre sonra mazeret üreten ama hiçbir şey üretmeyen bir öğretmen tipinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Artık okullar başarısızlığın başkalarına atıldığı yerler haline gelmiştir ve herkesin birbirini suçladığı bir ortam oluşmuştur. Öğretmenler velileri ve müdürleri, müdürler müfettişleri, müfettişler bakanlığı suçlar haldedir.

Eğer öğrencileri, demokratik değerlere saygılı özgür bireyler olarak yetiştirmek istiyorsak, önce öğretmenleri özgür bırakmalıyız. Öğrenciler gibi öğretmenler de bir otorite tarafından yönetilip denetlenirler. Bırakın kendi kendilerine kararlar almalarını, öğrencilerin uyup uymadıklarını denetlemekle sorumlu oldukları kararların alınmasında bile söz sahibi değillerdir. Anne babalar çocuklarına nasıl ana-baba olacaklarına, onlara nasıl bir eğitim vereceklerine hiçbir kurala bağlı olmadan karar verebilirler. Oysa öğretmenler bağlı bulundukları kurumun yönetmelikleri ve yasalarıyla, öğrencilere neler öğreteceklerinden onları nasıl yanıtlayacaklarına kadar bir çok kural ile bağlanmışlardır. Okulların demokratik bir toplum için tasarlanmış demokratik kurumlar oldukları savına karşın, pek çok okul demokratik olmaktan hayli uzaktır ve öğretmenler de herkesten çok bunun farkındadır. Okullar da ne yazık ki, askeri düzende olduğu gibi yönetimde teklik, denetim zinciri güç ve otorite sıralaması, buyrukların yukarıdan gelmesi, otoriteye saygı kurallara uymamanın cezalandırılması gibi ilkeler vardır. Okullarımızda çatışmalar demokratik yöntemlerle değil güç ve otorite baskısı ile çözülmeye çalışılır. Ve umutsuzluk bir derin yara olarak bütün paydaşların yüreğine işlenir.

Değişen dünya söylemini, değişmeyen yapısı ile Bakanlığın nasıl sağlayacağı merak konusudur. Her şeyden önemlisi değişime öğretmenlerini inandıramamış bir kurum nasıl değişimi yönetebilir.