"İslam'da cemaatle beraber olunması tavsiye edilir. Cemaatle beraber olmak "hakla", "hakikatle" beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber olan cemaattir. Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır.”

           "Böyle birtakım insanlara, organizasyonlara körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye ediyorum. Hür olun, hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!”
            “Müsaadeli, ağabeyli, bilmem neyli hizmet olmaz... Tâbî olmayın kimseye! Bana da tabi olmayın! Bana tabi olursanız, beni sıkıştırırlar. Ondan sonra, "Sen bu adamlarına şöyle yap!" derler. İslâm'a, Allah'ın emrine tabi olun! Allah'ın dinine hizmet edin! Tek başınıza olsanız da, hakla beraber olun! O zaman İslâm kalkınır; başka türlü kalkınamaz!
            "Her biriniz İslâm için, kendinizin dünyada kalmış tek adam olduğunuzu düşünün. Ama senin gibi aynı hedefe yürüyen başka insanlar varsa; onlarla da işbirliği yap! Yapmıyorsa, silkele at be! Sen onu sırtında taşımak zorunda mısın? Beni sırtında taşımak zorunda mısın? Kimse kimseye hürriyetini vermesin! Hürriyet aziz şeydir. İnsan, ancak Allah'a kul olur. Allahım! Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz."
            Her bir cümlesi, üzerinde uzun uzun düşünmeyi gerektiren bu ifadeler Avustralya'da, kimilerine göre şaibeli bir trafik kazası ile hayatını kaybeden Prof. Dr. M.Es'ad COŞAN'a ait. Son yaşanan gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde İslam'a hizmet konusunda nerede durmamız, sınırlarımızın ve ilkelerimizin neler olması gerektiği mevzuunda kafası iyice karışan milletimize çıkış yolunu gösteren ifadeler bunlar.
            24 yıl öncesine ait bu konuşmasıyla/sohbetiyle adeta bugüne ışık tutuyor Es’ad Hoca. İslam'ı iyi anlayın, kaynağından yani Kur’an-ı Kerim'den ve Rasulullah'ın sünnetinden öğrenin, körü körüne onun bunun peşinden gitmeyin diyor. Aklınızı, iradenizi, ideallerinizi kimselere teslim etmeyin mesajı can alıcı mesajlar gerçekten.

            Herkes ama herkes dikkate almak ve gereğini yapmak zorunda. Her toplum lideri, bağlılarına, sevenlerine, peşinden gidenlere benzeri uyarıları mutlaka, hem de sık sık yapmalı, onları Kur'an'ın çağlara ışık tutan, değişmez ve pörsümez mesajlarına davet etmeli. Elbette Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin mütevazi, sade ve örnek hayatını hatırlatmalı, bir kişinin peşinden gidilecekse, O'nun Allah Rasulü olduğunu vurgulamalıdır.
           Gelinen noktada İslam'a gönül veren biz müslümanlar açısından, O'nu doğru anlama/kavrama problemi yaşadığımız bir gerçek. Halbuki akıl ve irade sahibi insan Kitabı’nı anlayabilecek kapasitede yaratılmış, İslam'ın evrensel ve net mesajlarını akletme basiret ve firaseti ile donatılmıştır. 
           Öyle anlaşılıyor ki yaşadığımız bu güncel problemlerin kaynağı, Kur'an-ı Kerim'in anlaşılamaz, kavranamaz bir kitap olmasından değil, bilakis O'nu anlamaya yanaşmayan ve bu görevini gönüllü olarak bir başkasına-hocasına, hocaefendisine, liderine- bırakan insanımızın bizzat kendisidir. Tabiki iyi niyetle yapılan bir şey. Ama gel gör ki iyi niyet sonucu değiştirmiyor.
           Hürriyet değerli şeydir, irade sahibi olmak bununla kendi tercihini belirlemek Kur'an’ın müslümanlara yüklediği bir mükellefiyettir. O halde son yaşadığımız hadiseleri de göz önünde bulundurarak yapmamız gereken samimi bir muhasebe, içten bir özeleştiri olmalıdır.

           Bütün kitapların aslında Kur'an'ın daha iyi anlaşılması için okunması gerektiği düşüncesiyle, O’nu hayatımızın merkezine almalı, İslam'ın kıyamete kadar değişmeyecek hakikatlerine teslim olmalıyız. Rüzgarın önündeki çöp misali körü körüne onun bunun peşinden gidip, sağa sola savrulmak yerine eşref-i mahlukat olduğumuzu tekrar hatırlamalı, buna göre anlamlı bir hayat yaşamalıyız.

           Diyanet, bütün camilerde okunan cuma  hutbesinde, İslam’ın kaynağından öğrenilerek, doğru olarak anlaşılması noktasında hassasiyetle durmak suretiyle asli görevini yerine getirmeye başladı nihayet. Takdirle karşılanan hutbeden bir bölüm:

           "Buna göre İslam, açık, net, sade, arı, duru ve berraktır. Bu kadar açık hükümler varken, elde Kur’an gibi bâkî bir hakikat bulunuyorken, Yüce Dinimiz İslam’ı; sır, gizem, rüya, keşif, kerametler ve gelecek tasavvurları üzerine bina etmeye kalkışmak asla kabul edilemez. En büyük keramet daima sırat-ı müstakim üzere olmaktır.”

           "Önümüzde Peygamberimiz (s.a.s) gibi büyük bir rehber varken, kurtarıcı beklentileri içerisinde, kıyamet alametleri üzerinden bir din ihdas etmek asla kabul edilemez. Hassaten Kur’an’ın tarif ettiği tabirle “karmakarışık rüyalar” üzerine asla bir din bina edilemez. Allah’ın açık hükümleri dururken, heva ve heves eseri olan rüyalarla amel edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül dünyaları istismar edilemez.”

           Sadece Diyanet değil, başta İlahiyat Fakülteleri’nin değerli hocaları, ilahiyatçılar, bu alanda söz sahibi olanlar sorumluluk almalı, İslam’ı olduğu gibi bütün safiyetiyle kitlelere anlatmalıdır.
           Aksi halde rüyalarla, batıl ve hurafe hikayelerle avunur/avutulur dururuz da, farkına vardığımızda iş işten çoktan geçmiş olur Allah muhafaza.

           Rabbim sonumuzu hayr eylesin. Özümüzle, sözümüzle, yaşayışımızla İslam üzere, istikamet üzere ayaklarımızı sabit kılsın.