1970’lerde gençler özgürlük diye İstanbul’a Yeşilçam’a kaçardı.1980’lerde “Küçük Emrah” ismini alıp “Acıların Çocuğu” oldular.1990’larda özel Tv’lerin çoğalmasıyla birlikte filmlerin yanında dizilerde çoğaldı. Milenyum sayılan 2000’lerde Tv yanında, bilgisayar, cep telefonları ve internet hayatımızda yer almaya başladı. Bu yıllar arabeskin zirvede olduğu yıllardı. Her dönemde aslında özgürlükte değişti. Günümüzde gençlerin özgürlüğü sınırsız internet, şarzı bitmeyen cep telefonu ve sanal âlemde geçirilen sınırsız vakitler. Şimdi gençliği renkli televizyonlarda gösterilen renkli hayatlar, internette gösterilen çarpık ilişkiler, web sitelerinde oynadıkları oyunlar büyülüyor. Basın özgürlüğü adı altında isteyen istediğini yapma hakkını kendinde görüyor. Rüştünü ispatlama sevdasına kapılan gençlerde büyülü sözcüğün tesiriyle ve özgürlük talebiyle bağımlılık sağlayan zararlıların kucağına düşüveriyor.

Çağımız maalesef insanlıkta yoldan çıkanlar ve çileden çıkanlar ile doludur. Japonlar boşuna beddua ederken her gün şaşıracağın bir çağda yaşayasın demiyorlar. Evet, öyle bir dönemde yaşıyoruz ki kavramların içini boşaltmışlar, kabuğu ile eylenip duruyoruz. Her gün hayat bizi şaşırtmaya devam ediyor. Tv, bilgisayar, cep telefonu, tablet, internet derken sanal bir dünya kurduk kendimize, yaşayıp gidiyoruz. Bütün bunları kullanarak kendimizi özgür hissediyoruz. Aslında bağlandıkça bağlanıyoruz, gözlerimizi alamıyoruz. Öyle kaptırıyoruz ki kendimizi hatta birbirimizi dahi duymuyoruz. İletişim sanal dünyada mesaj, paylaşım, beğenme sayısı, tıklanma ile oluyor. Face, Twit, watsap daha onlarca paylaşım sitesi ömrümüzü tüketmek için yarış halindeler. Google amcamız bir bilen olmuştur. Bilmediğimiz her şeyi ona sormaya başladık. Adamlar internet sayesinde bütün tercihlerimizi öğreniyorlar, sonra ona göre girdiğimiz sitelere reklam yönlendiriyorlar. Bizi bizden daha iyi tanıyorlar.

Yeni nesil gençliğimiz özgürlük deyince istediğini istediği zamanda, kimseye sormadan yapma olarak tanımlıyor. Bu tanıma göre her istediğini yapmak mubah oluyor. İstediğini yemek, istediğini giymek, istediğini konuşmak, istediğini yapabilmek özgürlük oluyor. Genel ahlak ve etik kurallarına uymayan, eylem ve söylemlerde özgürlük kapsamında değerlendiriliyor. Gönüllü yapılınca sevgili, gönülsüz yapılınca tecavüz, sarkıntılık, taciz oluyor. Filmlerde, dizilerde aldatmak, gönül eğlendirmek, başkalarıyla meşru olmayan ilişkiler özgürlük sayılıyor. Topluma sürekli çarpık ilişkilerin bin bir örneği sunuluyor. Sokaklarda ulu orta öpüşmeler, sevişmeler, nahoş davranışlar sapıklar çoğalınca da şikayetler. Tahrikte son surat, tahripte inanılmaz yaralar açılıyor. Açıklık, saçıklık, uçukluk, kaçıklık derken sürekli uyarılan duygular kontrolden çıkıyor. Zayıf kişiler kendince zayıf gördüklerine saldırıyor. Sonra toplanıp bu kişiyi sapık, günah keçisi ilan ediyoruz. Tüm hırsımızı ondan çıkarıyoruz. Gazetelerin, Tv’lerin ,filmlerin, dizilerin her bir tarafını kadın ve çocuk istismarına açan sözde sanat seveler cinselliği kullanarak milleti azdırıyorlar. RTÜK ve diğer denetleme kurulları da vatandaş gibi olan biteni izlemekle zamanını geçiriyor.

Değerleriyle arasına Çin Seddi örenler, katiline aşık bunaklar gibi savrulmaya devam ediyor. Milletimize yaklaşık iki yüz yıldır dayatılan sözde özgürlük adı altında bağımlılık sonucu bizler uyuşturulurken birileri de ideallerini gerçekleştiriyor. Devletimiz, milletimiz ve yaşadığımız coğrafya üzerinde hesapları olanların yanlışlarını ortaya koymaya çalıştığımızda, cezalarını vermeye çalıştığımızda karşımıza hep aynı savunmayla geldiklerini görüyoruz. Bizde özgürlük yokmuş, devlet muhalif fikirleri eziyormuş, muhalif seslere tahammül edemiyormuş. Geçin siz bu lakırdıları işin aslını size anlatayım. Kökü dışarıda, gövdesi içeride adı bizi aldatmasın içimizdeki hainler büyülü sözcüklerle gençlerimizi afyonlamaya devam ediyorlar, bizlerde onları Tv seyreder gibi seyretmeye devam ediyoruz. Özgürlük var ya daha ne olsun. Tavşana kaç, tazıya tut diyen üst akıl daha ne kadar etkin olacak dersiniz? ([email protected])