Hükümetin, 8 Ocak 2016 tarih, 2016/1 sayı ve ‘Cuma İzni’ konulu genelgeyle;[1] Anayasa ve ilgili mevzuatla güvence altına  alınan dini inanç hürriyetinin bir gereği olarak, Cuma namazı saatinin mesai saatine denk gelmesi halinde, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmaksızın izin verilmesini karar altına alması kamuoyunda değişik tepkilere neden oldu.

Bizim de kuruluşundan bu yana üyesi olduğumuz KESK bir açıklama yaparak, karara karşı olduğunu, cuma namazı düzenlemesinin kamusal alanda ayrımcılığı derinleştireceğini ifade etti.[2]

Benzer bir açıklama da, Diyanet İşleri Başkanlığının, “Kur’an Kursları Okul Öncesi Din Eğitimi Projesi” ile ilgili olarak, “Eğitimin Bütün Kademelerini Dini Kurallara Göre Biçimlendirme Uygulamalarına Derhal Son Verilmelidir!”[3] başlığıyla, Eğitim Sen tarafından yapıldı.

Yazımızda, her iki açıklamanın detaylarına girmeyeceğiz, ancak bu iki yazı temelinde daha önce bu tür konularda yapılan açıklamalar ve değerlendirmeleri bilince çıkarıp, tartışacağız. Çünkü laiklik ve dinsel ritüeller konusunda Eğitim Sen ve KESK’in aldığı tutum ve yaptığı açıklamaları defalarca yazı konusu ederek eleştirmiş; üyesi bulunduğumuz şubede, katıldığımız DEK, çalıştay ve sempozyumlarda söz aldıkça görüşlerimizi dile getirmiştik.

Ancak genel anlamda bir ufuk turu yapacak olursak; kamu emekçilerine kılık-kıyafet serbestisinin gündeme gelmesinden bu yana özellikle Eğitim Sen’in takındığı yasakçı tutum, adeta Kemalist laikçilere rahmet okutacak düzeydedir.

Eğitim Sen tarafından, ilk olarak, din ve vicdan özgürlüğünün olmazsa olmazı olan ve darbeci Hükümetler tarafından acımasızca uygulanan kamuda başörtüsü yasağının kaldırılması düzenlemesine karşı çıkıldı. İkincisi, öğrencilerin tek tip kıyafet zorunluluğunun kaldırılmasına itiraz edildi. Üçüncü itiraz konusu, okullarda mescit açılması konusundaki düzenleme. Dördüncüsü, seçmeli din dersi uygulaması. Beşincisi, her dönemde toplam öğrencilerin % 10-11 kadarının tercih ettiği, 28 Şubat döneminde zorla ve çeşitli yönlendirmelerle kapanma aşamasına gelen imam-hatip liselerinin çoğalmasına tepki gösterilmesi. Altıncısı, karma eğitimin bir zorunluluk olmaktan çıkarılması ile ilgili tartışmalarda alınan tavır.

KESK ve Eğitim Sen’in, bütün öğrencilere ve kamu emekçilerine zorunlu olmamak kaydıyla, yapılan bu düzenlemelere cepheden karşı çıkmasına iki nedenden ötürü itiraz ediyoruz. İlk itiraz noktamız, bu düzenlemelerin din ve vicdan özgürlüğünün bir gereği olması ve ebeveynlerin çocuklarına din eğitimi aldırma hakkının olması; bu özgürlükler konusunda Eğitim Sen’in pozitif bir tutum almak yerine, yasakçı bir anlayışı savunması; ikinci itiraz noktamız ise Hükümet uygulamalarına, ‘karşı’ olma dışında bir politika üretilememesi, Hükümetin, istediği alanda top  çevrilmesi, Hükümetin kurduğu hegemonya projesi sınırları içinde kalınarak, kamu emekçilerinin alternatif hegemonya projesi kurgulamasına engel olunması ya da bu konuda hiçbir çaba sarfedilmemesi.

Öncelikle birçok yazımızda açıklamaya çalıştığımız laiklik anlayışımızı şöyle ifade edebiliriz; Laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin din kurallarına dayanmayıp, pozitif hukuka dayanması; devletin ve dinin birbirinden  bağımsızlaşması; devletin din ve inançlar karsısında tarafsız olması; dinsel görüş ve kurumların, siyasal otoritenin dayanağı olmaktan çıkarılması, devlet otoritesinin ve siyasal otoritenin meşruluğunun tanrısal değil, dünyevi bir kaynağa yani halka dayanması; bilginin referansının tanrısal olmaktan çıkarılıp, tamamen beşeri-rasyonel bir temele oturtulmasını ifade eder.

Laiklik, değişik toplumlarda tarihi, siyasi, sosyal ve kültürel nedenlerden dolayı farklı uygulama alanları bulmuştur. Bu bağlamda laikliğin değişik bir uygulama biçimi de laikçiliktir. Laikçilik ya da laisizm, laiklikten dinin devlet güdümünde olması yönüyle ayrılır. Laikçilikte din ve vicdan özgürlüğüne dayalı anlayış yerine akıl merkezli, neyin iyi ya da kötü olduğunu belirleyici militan bir anlayış egemendir. Laikliğin, her inancın kendini ifade edebilmesi anlamında çoğulcu olmasına karsın, laikçilik çoğulcu değil yönlendiricidir (Kahraman, 2008). Bu anlamda, Kemalist laiklik anlayışının tarihin çöp sepetine atılmasını müteakip, Hükümet, tepeden-muhafazakar bir anlayışı dayatmaya çalışırken, KESK ve Eğitim Sen de, devlet dayatması şeklinde ifadesini bulan laikçilik anlayışını, bilimsellik ve ilericilik adına topluma dayatma anlayışını savunmaktadır.

Hükümet uygulamalarının ya da Cumhuriyet Hükümetlerinin tümünün uygulamalarının evrensel laiklik anlayışıyla bağdaşmadığını, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun olmasının bile devletin, dine müdahalesi anlamına geldiğini, zorunlu din derslerinin bir dayatma olduğunu, TEOG ve YGS’de din dersi ile ilgili soruların sorulmasının toplumun çoğulcu yapısına uygun olmayan uygulamalar olduğunu vurgulamalıyız.

Ancak bu uygulamalara karşı çıkarken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan din ve vicdan özgürlüğü düzenlemelerini de gözeterek, din ve dine dair uygulamaların tümünün yok sayılması, kamusal alanın dışına çıkarılması gibi yasakçı bir anlayışa savrulmamak gerektiğini düşünüyoruz. Üstelik kamusal alan konusunda çalıştay düzenlemiş ve konuyu enine-boyuna tartışmış bir örgütün, kamusal alanı hala, insanların bir araya geldiği, iletişim kurduğu, etkileşim halinde olduğu alanlar değil de, devlet hizmetlerinin verildiği alan olarak görmesi kabul edilebilir bir durum değildir.

Din ve vicdan özgürlüğü ile ebeveynlerin din eğitimi konusundaki haklarını düzenleyen iki belgeye göz atacak olursak; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinde düşünce, din ve vicdan özgürlüğü şu şekilde tanımlamıştır;[4]

1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.

2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir”.

Yine, eğitim hakkının bir boyutu olan ve Türkiye tarafından 21/7/2003 tarih ve 25175 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararla onaylanan ‘Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin 18. maddesinin (4) numaralı paragrafı eğitim hakkıyla ilgili düzenlemeler içermektedir. Bu sözleşmede eğitim hakkı, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün düzenlendiği 18. maddede yer bulmuştur. Söz konusu madde, devlete, ebeveynlerin veya duruma göre yasal temsilcinin çocuğa, kendi inançları doğrultusunda din ve ahlak bilgisi eğitimi verme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü yüklemektedir. İlgili madde hükmü şu şekildedir:

“Madde 18. 4. Bu Sözleşmeye taraf devletler, ebeveynlerin ve uygulanabilir durumlarda kanuni temsilcilerin, çocuklarının dini ve ahlaki eğitimlerinin kendi inançlarına uygun olmasını sağlama özgürlüklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.” (Kaplan, 2015).

Bu iki düzenleme, devletlere, bireylerin din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü ve çocuklarına dini ve ahlaki eğitim aldırabilme özgürlüğünü düzenlemektedir.

Bu noktada, Türkiye’de devletin dine müdahalesinin, DİB’in varlığının, zorunlu DKAB derslerinin ve TEOG-YGS’de din dersi sorularının olmasının evrensel laiklik anlayışıyla bağdaşmadığını ifade ettikten sonra KESK ve Eğitim Sen’in bu konulara bakışını şu şekilde değerlendirebiliriz;

-İsteyen kamu emekçilerinin, mesailerinin aksatmamak koşuluyla Cuma namazına gitmesinin kime zararı olabilir? Cuma namazına gitmek kamu hizmetlerinde nasıl bir ayrımcılığa yol açabilir? Neye dayanarak insanların ibadet etme hakkına müdahalede bulunuluyor? Bütün kamu emekçilerinin zorunlu olarak Cuma namazına götürülmesi gibi bir uygulama olmadıktan sonra, başkalarının özgürlüklerini kısıtlamayı istemek gibi bir hakkımız olabilir mi? Kemalist laikçilerin 90 yıldır uyguladığı yasakçı anlayışı, onların temsilcileri bile terk ederken, özgürlükçü olduğunu iddia eden bir sendikaya bu yasakçı ve saygısızca yaklaşım yakışıyor mu? Hükümetin her ne gerekçeyle olursa olsun, özgürlükler yönünde attığı bir adımı sırf ‘karşı’ olma esprisiyle engellemeye ya da sulandırmaya çalışmak bir sendikanın en son yapması gereken şey değil midir? Bu kararlar alınırken, işyerlerinde bir arada ve barış içinde yaşayan kamu emekçilerinin bu yasakçı tavırdan etkileneceği ve işyerlerindeki ilişkilerin bozulacağı düşünülmüş müdür? Toplumun tümünü ilgilendiren, özellikle de dini ritüeller konusunda sendika merkezlerinin ya da birkaç uzmanın yazdığı kararlar yerine üyelerin tümünü kapsayan bir eğilim yoklaması ya da anket çalışması yapılması daha demokratik olmaz mı?

-DİB’in, okul öncesi çağındaki çocuklara Kur’an kursları açması gibi uygulamaların eleştirilmesi nasıl bir anlayışın sonucudur? Açılan bu kurslar, zorunlu tutulmadıktan sonra, bu kursların açılmasına karşı çıkmak ebeveynlerin çocuklarına din eğitimi aldırma özgürlüğünü engelleyen bir durum değil midir? Bir sendika, en az ifade ve örgütlenme özgürlüğü kadar önemli olan din ve vicdan özgürlüğünü ayaklar altına alan kararları üye tabanına sormadan nasıl almaktadır?

Yeri gelmişken Eğitim Sen ve KESK’in laiklik konusundaki benzer açıklamalarına ve gelinen aşamada bu konulardaki gerçekleşmelere de bakmak ve bize göre hatalı olan bu yasakçı laiklik anlayışını bir an önce terk etmek gerekiyor. Çünkü Eğitim Sen laiklik ve dinsel ritüeller konusunda yaşanan her gelişmede, yapılan her açıklamada, alınan her tavırda yasakçılık batağına saplanmakta ve yıllar sonra hayat onu yanlışlamaktadır. Şöyle ki;

-Kamuda başörtüsünün serbest olması ile ilgili düzenleme yapıldığında Eğitim Sen bu düzenlemeye ‘Dinsel simge’ gerekçesiyle karşı çıkmış, bu düzenlemenin ayrımcılığa yol açacağını, çalışma barışını bozacağını, hizmet alanlar arasında taraflılık ilişkilerinin oluşacağını ifade etmişti. Ancak gelinen aşamada görüldü ki, başörtüsü uygulaması ne zorunluluk haline getirilmiş, ne çalışma barışını bozmuş ne de sanıldığı gibi ayrımcılığa neden olmamıştır. Bilakis bir çok kadın emekçinin çalışma hayatına katılmasına yol açmış, adeta ötekileştirilen ve eve hapsedilen başörtülü kadınların kamusal hayata katılmasına vesile olmuştur.

-Eğitim Sen, öğrencilere tek tip kıyafet uygulaması zorunluluğunun ortadan kaldırılmasına da çeşitli gerekçelerle karşı çıkmış, tek tip kıyafetten yana tavır almış ancak gelinen aşamada bir zorunluluk olmaktan çıkarılan uygulama, ilgili okul velilerinin kararına göre belirlenen özgürlükçü bir uygulama haline gelmiştir.

-Okullarda mescit açılması uygulaması da Eğitim Sen tarafından, etrafında fırtınalar koparılan bir konu haline getirilmiş, okulların fiziksel olanakları çerçevesinde açılması planlanan mescit uygulaması sanki bir zorunlulukmuş gibi kamuoyuna yansıtılmış ve bu konuda da yasakçı tutum alınmaya devam edilmiştir. Oysa zorunlu olmadıktan ve okulların fiziki koşulları uygun olduktan sonra insanların ibadet etmesi bir sendikayı neden ilgilendirsin?

-Eğitim Sen’in çuvalladığı bir başka konu da 4+4+4 eğitim yasasıyla uygulamaya konulan seçmeli din paketleri konusunda aldığı tavırdır. Zorunlu din derslerine karşı çıkmak ne kadar doğruysa, seçmeli din derslerine karşı çıkmak o kadar yanlıştır. İki nedenle yanlıştır. Birincisi, uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış din eğitimi alma özgürlüğüne karşı çıkılmış, ikincisi de sosyolojik taleplerin bastırılmasının sonuç vermeyeceğinin bilinememesidir. O dönemlerde yazdığımız yazılarda, bu konudaki toplumsal talebin zaten yerini bulacağını, zorla hiç kimseye ders seçimi yaptırılamayacağı ve Eğitim Sen’in bu konuda özgürlükçü bir tutum alması gerektiğini ifade etmiştik. Gelinen aşamada seçmeli din dersleri konusunda Hükümet beklediğini bulamamış, bu dersler seçilmeyerek son sıralara kadar gerilemiştir.

-Eğitim Sen tarafından yasakçı mantıkla ileri sürülen bir başka iddia da bütün okulların imam-hatip okullarına dönüştürüleceği, imam-hatip okullarının sayısının arttırılacağı ve öğrencilerin bu okullara zorla gönderileceği şeklindeki halüsinasyonlarıdır. Bu konuda da bizim iddiamız, cumhuriyet tarihi boyunca toplam ortaöğretim öğrencilerinin % 10-11 kadarının tercih ettiği bu okullara karşı çıkılmaması gerektiği, bu oranda bir talep varsa, yasaklarla ve okul açmamakla bunun önüne geçilemeyeceği, sendikanın bu konuda da insanların seçme haklarına müdahale etmemesi gerektiği yönündeydi. Eğitim Sen bu okulların sayısı ve öğrenci sayısı konusundaki gelişmeleri 28 Şubat darbesini milat alarak başlatmakta ve sayıları abartılı bir şekilde artmış gibi göstermektedir. Oysa gerçek bu okulların talep edilme oranının hemen hemen hiç değişmediğidir. Böyle bir toplumsal gerçeklikte, sendikanın okulların kapanması veya sayılarının azaltılması gibi bir politika izlemesi doğru mudur?

-Eğitim Sen’in yanıldığı bir başka konu da ‘karma eğitim’ meselesidir. 19.Milli Eğitim Şurası’nın da tıkanmasına ve alınan kararların tartışılmamasına neden olan bu konuda bilerek ya da bilmeyerek körler ve sağırlar diyaloğu yaşanmaktadır. Düzenlemeyi savunanlar, karma eğitimin zorunluluk olmaktan çıkarılmasını düşündüklerini, karşı çıkanlar ise karma eğitimin ortadan kaldırılacağını ifade etmektedir. Eğitim Sen’in bu konudaki iddiaları niyet okumaktan ibarettir. Karma eğitimin zorunluluk olmaktan çıkarılması, konunun ortadan kaldırılacağı anlamına gelmemekte, ancak velilere bir seçenek sunulmaktadır. Bu konu daha bilimsel ve daha özgürlükçü anlamda tartışılmak yerine hemen Hükümetin niyeti okunarak açıklama yapılmaktadır.

Laiklik, din eğitimi, başörtüsü, tek tip kıyafetin kaldırılması, okullarda mescit açılması, imam-hatip okullarının ve öğrencilerinin sayısı, karma eğitim ve dinsel simgeler konusunda yasakçı bir anlayışla hareket eden ve yıllar içinde  bu konuların tümünde ileri sürdüklerinin aksi yaşanan Eğitim Sen; örgütlü olduğu işkollarında örgütlülük oranı ve üye sayısı gittikçe azalan, alanı etkilemekten uzak, söyledikleri dinlenmeyen, eylemlerinin etkililiği ortadan kalkan, eğitim alanında ya da sendikal alanda alternatif politikalar üretemeyen, Hükümet politikalarına karşı olmaktan başka kendi hegemonya projesini üretemeyen bir yapıya bürünmüştür. Tabi bu duruma gelinmesinin başkaca nedenleri olmakla birlikte, laiklik konusunda sıraladığımız yasakçı anlayışın büyük etkisi bulunmaktadır. Tarihinde görkemli eylemler örgütlemiş bir sendikaya, ‘Eşofman giyilmesi’ gibi saçma bir eylem bile yaptırılabilmiş, neyse ki ‘solduyulu’ üyelerin refleksiyle bu konu bir ayıp olarak büyümeden kapatılmıştır.

Eğitim Sen ve KESK, öncelikle bu yasakçı laiklik ya da laikçilik anlayışından vazgeçmeli, din ve vicdan özgürlüğü ve ebeveynleri çocuklarına din eğitimi aldırabilme özgürlüğü konusundaki görüşlerini gözden geçirmeli, sıraladığımız konularda yeniden değerlendirme yaparak özeleştiri vermeli, Hükümetin uygulamaları konusunda sadece karşı olma mantığından uzaklaşarak, özgürlükçülük yönünde alınan kararları desteklemelidir. Daha da ileri giderek, eğitim alanında kendi hegemonyasını oluşturacak ve ilk kurulduğu yıllarda olduğu gibi iki milyon kamu emekçisinin sesi olmaya çalışmalıdır.

Bu kadar eleştiriden sonra neden hala Eğitim Sen ve KESK’e üye olmaya devam ettiğimiz sorulacak olursa; bu sendika ve konfederasyon hala, kamu çalışanlarının ekonomik ve demokratik haklarını en  aktif şekilde aramakta; haklar yasalardan önce gelir anlayışını savunmaya devam etmekte; devletten, sermayeden ve siyasi partilerden bağımsız olma anlayışını sürdürmekte; laik, bilimsel ve anadilinde eğitimi savunmanın ısrarla izini sürmektedir, diye cevap veririz.

Kaynaklar

Kahraman, M. (2008) Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye’de laiklik, Mustafa Kemal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 9, 2008

Kaplan, Recep. (2015). Birleşmiş Milletler Belgelerinde Eğitim Hakkı. TAAD, Yıl:6, Sayı:20 (Ocak 2015).

 

[2] Cuma Namazı Düzenlemesi Kamusal Alanda Ayrımcılığı Derinleştirecektir! http://www.kesk.org.tr/content/cuma-namaz%C4%B1-d%C3%BCzenlemesi-kamusal-alanda-ayr%C4%B1mc%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1-derinle%C5%9Ftirecektir. Erişim Tarihi:09.01.2016

 

[3] Eğitimin Bütün Kademelerini Dini Kurallara Göre Biçimlendirme Uygulamalarına Derhal Son Verilmelidir! http://egitimsen.org.tr/egitimin-butun-kademelerini-dini-kurallara-gore-bicimlendirme-uygulamalarina-derhal-son-verilmelidir/ Erişim Tarihi:09.01.2016

[4] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. http://www.echr.coe.int/Documents/Convention_TUR.pdf Erişim Tarihi:09.01.2016