1960’lardan 1990’lara kadar hayata tek televizyon kanalından bakan bizler, 1991 yılında özel kanalların açılışına izin verilmesiyle günümüzde kanal sayısı onlara, yüzlere hatta binlere kadar ulaştı. Hatta her kanalın haber kanalı, spor kanalı, müzik kanalı, çocuk kanalı ve diğer dallarda onlarca kanal açıldı. Har kanal izleyicileri etkileyebilmek için gerek yerel, film, dizi ve programlarla gerekse yabancı yapımlarla amansız bir rekabete girişti. Rekabet aslında daha fazla reklam alma ve daha fazla para kazanmak içindi. Para kazanırken kamuoyunu etkileyip yönlendirmekte işin cabasıydı. Bunu ilk fark edenler siyasete bile girmekten kendini alamadı. Türkiye aslında ekranlardan dünyaya açılıyordu. Uydular sayesinde yerli yabancı binlerce kanala ulaşmak ve her türlü yayını izlemek toplumumuzun imkanı olmuştu. Bu imkan, bu özgürlük bir taraftan dünyayı tanımamıza fırsat sunarken diğer taraftan ahlaki çözülmenin de kapısını aralayacaktı.

            7/24 saat yayın yapan televizyon kanalları dizilerle her akşamı işgal etme mücadelesinin savaşını verdiler. Saat 20:00 -23:00 arasında kanallarda diziler yarışıyor, kanallar özellikle yerli yapımlarla en çok izlenen kanal olma iddialarını ispatlamaya çalışıyorlardı. Dizilerin içerik olarak bin bir entrikalarla dolu olması, kimin eli kimin cebinde belli olmaması, RTÜK tarafından iyi bir denetlememenin de yapılmamasıyla sınırsız cinsellik, sınırsız rezillik, genel ahlakı gözetmeyen ve aileyi çökertmeyi hedef almış millet düşmanlarına meydanı bırakmışlardı. Özellikle çocuk ve gençleri olumsuz etkileyen yayınların yansıdığı yer olan okullardaki olaylarının artması bu gerçeğin en önemli delilidir. Özellikle kalabalık okullarda öğrencilerin birbirine karşı, öğretmenlerine ve idarecilerine karşı uyguladığı şiddet sonucu aynı televizyon kanalları haber olarak sunmaktadır. Hatta öğrencilerin ailelerine okuldaki olayları yanlı ya da yanlış aktarması sonucunda veli şiddetine uğrayan öğretmen ve idarecilerin varlığı da artık acı bir gerçek. Freni tutmayan bir arabaya benzeyen kendini bilmez veliler okuldaki öğretmen ve idarecilere şiddet uygulamaya başladılar. Gazetelerde bu tür haberlerin artmaya başladığını esefle görmemize rağmen, eğitimcilere yeterince sahip çıkılmadığına şahit oluyoruz.

            Eskiden annesinden, babasından, öğretmeninden, koca eşinden, dayak yiyenlerin biliyorduk. Günümüzde anne babasını döven evlatlar, öğretmenini döven öğrenciler veya veliler, kocasını döven hanımlara rastlıyoruz. Kadınlara ve çocuklara karşı şiddet nasıl yanlışsa erkeklere karşı uygulanan maddi ya da manevi şiddete de dur demek zorundayız. Aslında şiddetin kaynağını iyi tespit edip kökünden kurutmamız gerek. Peki, neden her zaman şiddete şiddetle sarılıyoruz? 1980’ler, 1990’larda  bu sorunun cevabını bastırılmış duygular diye cevap verebiliriz. Duygular sürekli bastırılırken gün geliyor kontrolden çıkıyordu. Günümüzde ise tahriklerin bastırılmış duygulardan daha fazla etkili olduğunu düşünüyorum. Her yerde inanılmaz bir tahrik yer alıyor. Pembe hayatlar, lüks yaşantılar, şaşalı iş yerleri, göz kamaştıran görüntüler herkesi kompleks yapıyor. İsteklerine ulaşamayanlar her yolu mubah saymaya başlıyor. Yüreğinde bir ilkesi, bir değeri olmayanları suç işlemekten kim tutabilir ki?

            Küresel köye dönen ve  her türlü bilgi bombardımanına tutulmuş bir dünya da bütün taşların yerinden oynaması kaçınılmazdır. En önemlisi ailelerde bu küresel hastalıktan payına düşeni almışlardır. Medya özelliklede Tv’ ler ilkesizliği ilke edinmeyi genel anlamda en önemli yol olarak görmekteler. İstisnaları vardır ancak film ve dizi kahramanlarının ekseriyeti yeni kuşakları isyana teşvik etmekte, hiçbir şeyi beğenmeyen, hiçbir şekilde doymayan, hırslı, kaprisli, kompleksli, gayesiz, bencil ve daha nice olumsuz özellikler taşıyan bir garip nesillerin yetişmesi için her türlü filmi çevirmeye devam etmektedirler. Çoğunluk kırmızı görmüş boğalara dönmüştür. Şiddet eğitimcilere yönelmiştir. O halde kırmızı görmüş boğalardan milleti kim kurtaracak? Ne dersiniz? ([email protected])