Kamuoyunda, özel okula öğrenci gönderen velilerin teşvik edilmesi olarak bilinen düzenleme, 1 Mart 2014 tarihinde, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununda yapılan değişiklikle, Kanunun 8.maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi ile 9. maddesinin ikinci fıkrası yürürlükten kaldırılarak, sessiz sedasız gerçekleşti.[1]

 

Daha sonra MEB, Millî Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nde 5 Temmuz’da yapılan değişiklikle de skandal bir düzenlemeye imza atıldı. Sessiz sedasız yapılan değişiklikle yönetmeliğin 43. maddesinin üçüncü bendinde yer alan “Okullarda yöneticilik, eğitim ve öğretim hizmeti yapanlara, kıdemlerine göre (emekliler hariç) dengi resmi okullarda ödenen net aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemez.” hükmü kaldırıldı. Kararın gerekçesi olarak bu hükmün özel eğitim kurumlarına ekonomik yük getiriyor olması gösterilirken değişiklik talebinin iktidara yakın özel okul sahiplerinden geldiği belirtiliyor. Yapılan değişiklik ile özel okullarda çalışan 150 bin öğretmen ve yöneticinin maaşı, özel okul sahiplerinin insafına bırakıldı.[2]

 

Bu yasa ve yönetmelik değişikliği ile birlikte, birçok özel okul öğretmeni düşük ücret üzerinden sözleşme yapma durumuyla karşılaşacaktır. Bu öğretmenler her ne kadar 4857 sayılı iş kanununa da tabii olarak çalışsalar da, başta tazminat, SGK primleri, emeklilik, maaş vb. alanlardan müthiş bir hak kaybı yaşayacaklardır. Yapılan bu değişikliklerin özel okul sahiplerini memnun edeceği ortadadır. Ancak var olan bir hakkının elinden alınmış olan özel okul öğretmenlerini üzeceği de ortadadır. Bu konuyla ilgili olarak asgari ücretle sözleşme yapmanın yolunu açan bu yasayla öğretmenin sadece tazminatında 2/3 hak kaybı yaşayacağı ortadadır.

 

Özel okul, dershane ve kolejlerde öğretmenler, zaten zor ve sağlıksız koşullarda, iş güvencesiz, kayıt dışı, günde 12 saate varan oranlarda, karın tokluğuna çalıştırılırken, yeni yönetmelik eğitimi kar ve rant kapısı olarak algılayan, öğrenciyi müşteri, öğretmenleri ise köle olarak gören özel okul patronlarının işini kolaylaştırmış ve mevzuat dışı işlerine kılıf olmuştur.

 

Konunun bir başka yönü de, özel okul ve dershanelerde çalışan öğretmenlerin sendikal örgütlenmelerinin olmayışıdır. Kamuda örgütlü eğitim sendikalarına üye olamayan bu öğretmenler, Türkiye’deki özel sektörde örgütlenmenin zorluklarını ve kendilerine öncülük edecek sendikal politikaların taşıyıcılarının da eksikliğini hissetmektedirler.

 

300 bini aşkın ataması yapılmayan öğretmenin atama beklediği, yüzbinlerce özel okul ve dershane öğretmeninin kölelik koşullarında çalıştırılmaya mahkûm edildiği bir ortamda, kamuda görev yapan öğretmenlerin rahat ve huzurlu çalışması mümkün değildir. Zaten yaşanan hak kayıpları da bunun en iyi göstergesidir.

 

Bu durum karşısında, en başta muhalefet partileri ve eğitim sendikaları olmak üzere, eğitimin bütün taraflarının kendilerini sorumlu ve görevli hissetmesi gerekiyor. Özellikle de, kamuda ve özel sektörde  “Birleşik örgütlenme yaratmayı” önüne görev olarak koyan KESK ve Eğitim Sen bu konuda inisiyatif almalı, bir an önce mağdur olan bu öğretmenlerle iletişime geçmeli, birleşik örgütlenmeyi söylem düzeyinden, fiiliyata geçirmelidir.