~~MEB tarafından, aynı okulda 8 yılını dolduran öğretmenlere uygulanması planlanan rotasyon konusunda epeyce yazı yazıldı, söz söylendi. Biz de, “Öğretmenlere Rotasyon Tartışması” ve “Öğretmen Rotasyonunun Okul Kültürüne Etkisi” başlıklı iki yazı yazarak, rotasyon uygulamasına olumlu baktığımızı ifade ettik.

Eğitim sendikaları başta olmak üzere, rotasyona karşı çıkan görüşlerin temel karşı çıkış noktası pedagojik olmaktan ziyade, öğretmenlerin maddi açıdan rahatsız olacakları ve yerleştikleri çevreden ayrı düşecekleri noktasında toplanıyor. Yine birçok yazar, rotasyonun iş verimliliğine ilişkin olumlu veya olumsuz bilimsel bulguların olmamasından kaynaklı, MEB’in bu uygulamayı siyasi bir takım saiklerle yapmak istediğini ileri sürüyor.
Rotasyon konusunda, öğretmenlere ilişkin somut bir çalışma yok fakat okul müdürlerine uygulanan rotasyon konusunda yakın tarihli çalışmalar mevcut. Bu çalışmalardan, Gökkaya’nın (2013) yaptığı araştırmadan çıkan sonuçlar şu şekildedir;
   -Rotasyonun süresinin en az sekiz yıl olması.
   -Rotasyon devam etmeli.
   -Rotasyon uygulamasında okulda görev yapanların, öğrencilerin ve velilerin görüşünün alınması.
   -Değişikliklerin sınava dayalı yapılması.
   -Müdürün okulun özelliklerine uygun formasyon sahibi olması, gerekli ise rotasyon öncesi eğitim alması.
   -Rotasyonun il milli eğitim müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları, ilçe milli eğitim müdürleri, şube müdürleri de dâhil tüm eğitim çalışanlarına uygulanması.
   -İsteğe bağlı olması.
   -Rotasyon uygulamasına ilişkin kriterlerin gözden geçirilmesi.
   -Puan üstünlüğü yerine performansa bakılması.
   -Uygulamanın güvenilirliğinin sağlanması; kriterlerin herkes için tam olarak uygulanması ve adaletli davranılması.

Rotasyon konusunda en çarpıcı ve aykırı görüşü “Öğretmene Rotasyon Meselesi” başlıklı yazısıyla, Birgün Gazetesi yazarı Ünal Özmen (2014) dile getirdi. Özmen yazısında; TÜRGEV’in İstanbul’da çeşitli vakıflar ve MEB yetkilileriyle yaptığı ortak toplantıda, imam hatiplerin yaygınlaştırılması, karma eğitimin kaldırılması, seçmeli din derslerinin tüm okullara yayılması, öğretmen ve idarecilerin buna göre seçilmesi konusunda izlenecek yol ve yöntemlerin gözden geçirildiğini ve Eğitim Bakanlığından çıkan her stratejik kararın bu ve benzeri toplantılarda alındığını; Eğitim Bakanlığının sadece oralarda alınan  kararların sekretarya işleriyle görevli olduğunu; öğretmenlerin rotasyona tabi tutulması uygulamasının da “öğretmen ve idarecilerin buna göre seçilmesi”nin gereği olarak yapılan bir düzenleme olduğunu, ileri sürüyor.

Özmen, yazısının devamında da öğretmene rotasyon konusunda en aykırı ve en laikçi yorumu yapıyor; “AKP, büyük kentlerin merkezi semtlerinde kümelenen ve bu yerleşim birimlerindeki halkın seküler yaşam tarzıyla uyum içindeki öğretmeni kenardaki muhafazakâr mahallelere göndermek istiyor. Bu yolla hem kalan bir avuç laik öğretmeni mahalle baskısıyla sindirmeyi hem de kentin laik kalelerindeki halkı müttefikinden ayırarak oraları teslim almayı planlıyor… Eğer bir zorlama yoksa öğretmen, görev yapacağı ve aynı zamanda yaşayacağı yeri sosyal, kültürel sonra ekonomik durumuna göre seçiyor.  Bu öğretmen davranışı, solcu öğretmenin zamanla kentin kendisi gibi düşünen semtleriyle buluşmasına yol açtı. Seküler (laik demiyorum) öğretmen, özellikle AKP döneminde, kendisi için “güvenli bölge” saydığı kent merkezlerinden ayrılmadı...”

Özmen’in yazısı iki açıdan sorunlu;
Birincisi, laikliğe bakış açısı. İkincisi ise seküler öğretmenlerin, kendi gibi düşünen mahallelerdeki halkla bütünleşmesi, bu mahallelerdeki okullarda çalışması ve çalışmak istemesi.

Laiklik ve laikçilik konusunda epeyce yazı yazmamıza rağmen bu iki kavramın farklı kavramlar olduğundan yeniden söz etmek ve Özmen’in yazdıklarını eleştiri süzgecinden geçirmek gerekiyor. Ayrıca laik veya seküler öğretmenlerin gerçekten kentli orta sınıfın yaşadığı Çankaya, Şişli gibi merkezlerde mi, yoksa yoksul halkın yaşadığı varoşlarda mı yaşamak isteyip istemediği ya da siyasal açıdan nerede yaşaması ve çalışması gerekip gerekmediği de tartışma götürür bir konudur.

Laiklik ve laikçilik konusunda Selçuk (1999) şöyle yazıyor;
Devletin dinler karşısında alacağı tutumlar bellidir.
-Birincisinde, dinsel ve siyasal otoriteler, sınırları belirsiz biçimde iç içedirler. Eski ve ortaçağ devletlerinde durum böyledir.
-İkincisinde, bütün özel ve kamusal yaşamı din belirler. Devlet, din merkezlidir, değişmez ve ilişilemez dogmalarla yönetilir. Devletin tek dini vardır, öbürleri dışlanmıştır. Bu rejimin adı teokrasidir ve her yerde eşitsizliklerin, ayrıcalıkların, çatışmaların nedeni olmuştur.
-Üçüncüsünde, devlet ve din ayırımı ilkesinden yola çıkılır. Ancak ayırımın kapsam ve derecesini devlet belirlediğinden, devlet, dini çoğu kez toplumdan dışlar ya da onu güdümler. Dini devletleştiren bu sistemin adı, laiklik değil, laikçiliktir. Şovenizm nasıl ulusçuluğun yozlaşmış, hastalıklı biçimiyse, laikçilik de bir bakıma laikliğin yozlaşmış, hastalıklı biçimidir…Din merkezci bir anlayış gitmiş, salt akıl merkezci militan bir anlayış gelmiştir. Bu ise laiklik değil, laikçiliktir. Katı bir ideolojidir. Descartes'ın akılcılığıyla A.Comte'un bilimsel bir kilisenin temellerini atan pozitivizmi birleşmiş, laikçilik ideolojisine ulaşılmıştır. Laikçilik Fransız okullarında konuşlanarak, "tanrılı din" yerine "tanrısız beşeriyet dini" kurmayı amaçlamış, dini toplum dışına itmiştir. Dine saygısızdır, saldırgandır.
Dördüncü tutum laikliktir. Laiklikte din ve devlet karşılıklı olarak bağımsızdırlar. Bağımsızlık esasından yola çıkan laiklikte din kuralları devleti, devlet de din kurallarını belirleyemez ve yönlendiremez. Devlet bütün inançlara, dinlere karşı ilgisiz ve eşit uzaklıktadır.
Çoğulcu demokraside laikliğin gerçek ve çağcıl anlamı işte budur. Çünkü çoğulculuk, zaten laik olmayı zorlar. Laiklik, dünyasallaşma, çoğulcu demokrasinin ana rahminde gelişmiştir. Demokrasinin çoğulcu boyutunun dinler/inançlar açısından somut yaşama zorunlu bir yansımasıdır. Bir rejim demokratikse, çoğulcu; çoğulcuysa, laik/seküler olmak zorundadır. Bu yüzden sosyolojik bir olgudur. Zira çoğulcu demokraside, hiçbir düşünsel ya da dinsel başkalık yok edilemez, görmezlikten gelinemez, tekelleştirilemez ve başkalarına dayatılamaz. Her dinin, inancın kendi alınyazısını belirleme hakkı vardır.

Laiklik, sekülerleşme; toplumsallaşmayı, toplumsal farklılaşmayı, eleştirel akılcılığı, doğal bir sonuç olarak, kendiliğinden yaratmıştır. Bunları yaratmak için, toplum mühendisliğine özenilmemiştir. Laik devlette, devlet dinlere eşit uzaklıkta olduğundan hiçbir dini, inancı dışlayamaz ya da kayıramaz; akçalı v.b. biçimlerde destekleyemez. Din okulları açamaz. Ancak, toplulukların din okulları açmasını da önleyemez. Din derslerine engel olamaz; bunların önünü açar. Ne var ki, bu dersler, beyin yıkayıcı olmayacak, çoğulcu, agnostik, kuşkucu esaslara göre olacak, birey dinler arasında seçimini özgürce yapacaktır. Din dersleri zorunlu olmayacak, ancak her an ilgilinin buyruğuna hazır bulunacaktır. Devlet; bu okulları; kamu düzeni, kamu güvenliği, kamu ahlakı, kamu sağlığı açısından denetleyecek, uyuşmazlık çıkarsa sorunu bağımsız yargı çözecektir.
Selçuk’a (1999) göre, laiklik ile laikçilik arasındaki temel ayrılık, nedenlerle sonuçların yer değiştirmesinden ve bu yüzden de ayrı ilkelerden yola çıkmalarından kaynaklanmaktadır. Gerçekten laikliğin temel nedeni, çoğulculuktur. Çoğulcu kültürün önemli bir öğesi olan dinler, inançlar başkalıklarının uygulamaya yansımasıdır. Sonucu ise, eleştirel akılcılıktır. Çünkü birey, çoğulcu, kuşkucu, koşullanmamış aklıyla seçimini kendi yapacaktır. Oysa laikçilik, laikliğin sonucu olan akılcılık kaygısıyla yola çıkmakta, akılcı bireyi yetiştirmeyi amaçlamakta, bu amacın gerçekleşmesinde dini başlıca engel olarak görmekte, onu, dolayısıyla çoğulculuğu, demokrasiyi reddetmektedir. Devlet ister istemez pozitivizme kaymakta, kendi ideolojisine uygun bireyler yetiştirmekte, kaş yapayım derken göz çıkarmaktadır. Çünkü bunun sonucunda yetişen birey eleştirel akılcılıktan uzaklaşacak, tekilci akılla düşünecek, salt devletin ideolojisinin savunucusu olacak, geriye de koşullanmış ve hasta bir beyin ve sözde akıl kalacak, ancak "eleştirel" boyut yok olacaktır.

Özmen’e ilk eleştirimiz, sözünü ettiği laik-seküler öğretmenlerin büyük şehirlerin merkezlerinde yaşayan orta sınıflar CHP ve MHP gibi merkez sol ve ulusalcı-milliyetçi partilerin seçmenleri olduğu; bu kesimlerin laiklik anlayışlarının da Selçuk’un, “laikçilik” olarak nitelendirdiği laiklik anlayışına çok yakın bir anlayış olduğudur. Yani Cumhuriyet yönetiminin dini kontrol altında tutan, dinsel hayatı  toplumun dışına çıkaran, çoğulculuktan yoksun ve farklılıklara değer vermeyen bir anlayıştır. AKP’nin, TÜRGEV ve MEB aracılığıyla yaptığı ve yapmaya çalıştığı eğitimde dinselleştirme uygulamaları, zaten laik olmayan bir ülkede, ideolojik hegemonyayı sürdürmek ve yeniden üretmek için kullandığı eğitimsel-dini araçlardır. Bu araçlara karşı çıkmak başka, laikliğin kendisini yeniden tanımlamak ve bir siyasal program çerçevesinde mücadele etmek başka şeylerdir.

Yine Özmen’in verdiği örnekten yola çıkarak, Ankara’nın Pursaklar ilçesindeki bine yakın öğretmenden sadece 12’sinin Eğitim Sen, üçte ikisinin Eğitim Bir Sen üyesi olduğu, buna karşın Çankaya’da Eğitim Bir Sen’le Türk Eğitim Sen’in,  Eğitim Sen ve Eğitim İş’in üye sayısına erişemediği  bilgisinin, laik-seküler öğretmenler açısından sevindirici ya da olması gereken değil, düşündürücü olduğudur. İlgili sendikaların, Çankaya ve Pursaklar’daki üye sayıları, o sendikalar tarafından derinlemesine düşünülmesi, araştırılması, nedenleri konusunda kafa yorulması ve tedbir alınması gereken önemli bir sorundur.

Laik-seküler öğretmenlerin, halkın alt kesimlerinin yaşadığı mahallelerdeki okullarda çalıştıklarında, orada yaşayanların baskısıyla yani mahalle baskısıyla sindirilmesini ve hem de kentin laik kalelerindeki halkın laik-seküler müttefikinden ayrılarak, oraların AKP tarafından teslim alınacağının düşünülmesi, problemli bir yaklaşımdır.

Laik-seküler öğretmenleri bilmem ama 7 yıldır aynı okulda görev yapan bir devrimci öğretmen olarak, Sayın Özmen’in yaklaşımının tersine, Çankaya ve Şişli’de bir okulda görev yapmak yerine Pursaklar’da çalışmayı, oradaki halkla bütünleşmeyi, oradaki eğitim sorunlarıyla ilgilenmeyi ve eğitime aç olan yoksul öğrencilerle eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmeyi yeğlerim. Öğretmenliğin, üstelik devrimci öğretmenliğin gereği de budur.

Kaynaklar

Özmen, Ü. (2014) Öğretmene Rotasyon Meselesi. http://www.birgun.net/news/view/ogretmene-rotasyon-meselesi/8055 Erişim Tarihi:22.11.2014

Selçuk, S. (1999) 1999 - 2000 ADLİ YILI AÇIŞ KONUŞMASI - Prof. Dr. Sami SELÇUK Yargıtay Onursal Başkanı